Belki Nisan-Mayıs-Haziran’lar bizim için bahardır, yaz mevsimini müjdeler ama ya geleceğimizin teminatları için, ne anlam taşır?
Sınav dönemi gelince çocukların ve gençlerin kabusu başlar… Mart ayı dert ayı derler ya, gençlerimiz için dert ayı bu üç aylardır…
*
Heyecan doruğa çıkar, stres tavan yapar, başarma ümidi ile kaybetme endişesi, hatta korkusu arasında sıkışmış duygular, zihinleri kaplar…
“Ya başaramazsam…”soruları, beyinlerini kemirir, ailelerini stresli bir beklentiye sokar, öğretmenlerini zor bir sürecin çare üretmeye çalışan …
Aslında bu stres sadece sınav dönemleriyle alakalı değil ki… Doğuştan başlayan, bir ömür süren gerilim dolu, bir ömür süren bir korku dizisi…
Ortaokulda LGS, lise sonda Üniversite sınavı YKS, TYT, AYT, bitirdikten sonra da KPSS, tıp okuyorsa TUS…
*
Kamuda bir işe yerleşsen bile sınavlar bitmiyor… Görevde yükselme, uzmanlık ve daha niceleri… Emekli oluncaya kadar devam eden sınavlar silsilesi… Emeklilikten sonra da asıl büyük sınav beklentisi…
Gerçekten bu çocuklarımıza, gençlerimize acıyoruz…
Sürekli denek olarak kullanılmalarını kabullenemiyoruz, yüzlerine bakınca kıyamıyoruz…
*
Ve onlara gerçekten üzülüyoruz…
Ancak hiç bir şey yapamıyoruz… İktidarların sınavları kaldırma vaatleri boş çıkıyor, değiştirilen yasa ve yönetmelikler bir işe yaramıyor…
Reform adına yapılabilen tek şey sınavların adını değiştirmekle sınırlı kalıyor…
Sadece popülist yaklaşımlar, beyhude sloganlarla zamanı öğütüyoruz…
Yazık değil mi bu beyinlere!..
Yeryüzünde başka bir örneği var mıdır, kendi öz evladını ömür boyunca sınavdan sınava koşturup yormak…
İş hayatı boyunca yorgun kalmasına sebep olup üretkenlikten uzaklaştırmak, işe başladığı gün, emekliliğinin çetelesini tutmasına zemin hazırlamak...
*
Daha ana karnında başlayan ders çalıştırma planları, doğar doğmaz programlanmış hayatlar, ilkokulda robotik vücuda dönüştürülen genç beyinler...
Rengarenk elbiselerini giyemeyecek, oyuncaklarıyla bile oynayamayacak bir yoğun ders yüklemesi…
Serbest zamanı olmayan, bulabildiği aralarda dinlenemeyen çocuklarımız… Gençliğini bile yaşamadan stres bulutları altında ezilen değerlerimiz...
Ya, her şey olsun diye, hiçbir şey yapamadıklarımız…
Sevmediği halde, sırf aile zoruyla okutulan okullarda, “her şey olsun diye yetiştirilip, hiçbir şey olamayan” gençlerin işsiz güçsüz dolaştığı bir ülke...
2002 sürecinden sonra okullarda tek tip kıyafetten kurtulmak ve çok renkli bir giyim kuşamı benimsemek, ders programlarının esnetilmesi, aşırı kuralcılığın terk edilmesi, önemli bir devrimdi...
Biz de savunanlardandık ancak istismarının da önüne geçilemedi, sulandırıldı, yeniden bir düzenleme ihtiyacını doğurdu…
*
Sınavlardan kurtulmak için yapılan hamleler, hep çocuklarımızı yeni sınavlarla boğdu gitti..
Dört duvar arasında, sürekli ders masasında, bilgisayar başında verimsiz yoğun çalışmalar, hür iradeyi, sınav esiri haline getirdi...
Hiçbir spora gidemeyen, elini kolunu, ayağını oynatamadan gününü tamamlayan, ertesi gün okulda da, beden eğitimi dersi ve teneffüslerde bile oyun dışı kalıp beynini körelten gençler, hem bilimden uzak, ezberci bir birey oluyor, hem de ileride tehlikesi altında kalacağı bütün hastalıkların altyapısını hazırlıyor...
*
En önemlisi de takım oyunu, ekip ruhu yerine, bireyselliğe esir olmuş, psikolojisi bozulmuş, insani değerlere yabancı, “bunalım” gençliğine dönüştürüyoruz...
Müzik, resim, tiyatro, STK faaliyetleri, her şeyi aksatıyor, başarısızlık korkusu, kabusa, intihara dönüşen büyük travmalara yol açıyor...
Kazandı zannettiklerimiz bile…
Sınavlardan kurtuluşu, başaramayacak mıyız?..
Gençlerimizi hayatının baharında hayattan soğutan, yaşama küstüren bu anlayışı değiştiremeyecek miyiz?
Bir çözüm yolu bulamayacak mıyız?…
Ey Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK, STK’lar, uzmanlar, yerli ve uluslararası elçilerimiz, psikolog-pedagoglar, bütün siyasi partiler…
*
El ele verip geleceğimizi emanet edeceğimiz çocuklarımızı, genç dimağlarımızı lütfen bu kabustan kurtaracak program-projeleri yapın, gerçekçi ve jalıcı hamlelerinizi yapın…
Yoksa eyvah kar etmez… Yoksa ülkenin geleceğini inşa edecek gençlik yerine Türkiye’ye yük olacak hasta bir gençlik yetiştirirsiniz…
Bu da olabilecek en büyük tehlikedir…
Spor, sanat, kültür insanı yetiştirmeli
İlkokul çağından itibaren, Gençlik ve Spor Bakanlığı koordinesinde, başta Milli Eğitim, Sağlık, Kültür ve Aile bakanlıkları…
TMOK, ASKF, federasyonlar, kulüpler, bünyesinde Spor Bilimleri Fakültesi ve BESYO bulunan üniversiteler ve de STK’lar…
*
El ele vererek gençlerimiz taranacak, spora yatkın gençler, “ille de okul” dayatmasına muhatap olmadan kabiliyetli olduğu bir branşa yönlendirilecek, her ikisini de bir arada yapmasına fırsat verilecek...
Tiyatro, müzik, resim ve diğer sahalar...
Bunun için de üniversitelerin spora, sanata ve kültüre daha fazla önem vermesi, okullardaki beden eğitimi dersinin 4 saate çıkarılması gerekiyor...
*
Ülkemizden de Phelps, Bolt, Naim Süleymanoğlu, Mesut Özil’ler, Hakan’lar yetiştirmenin, dünya ve Avrupa arenasında şampiyonluk yaşamanın ve sporda devamını sağlamanın yolunu bulalım…
Kabiliyetleri, en verimli çağında kültürel yozlaşmaya kurban vermemenin, terör örgütü veya şer güçlere kaptırmamanın, sokaktan ve zararlı alışkanlıklardan kurtarmanın yolu da bu...
“Ya okul, ya spor” tercihine zorlamadan başarmanın yolu da bu...
Ne olur, bu fırsatları oluşturalım ve de kaçırmayalım, sınavlardan kurtuluşu, aynı zamanda spor, sanat, kültürde kazanç hanesine yazalım...