KAVAKMEYDAN YOLUNDA
SÜLEYMAN DİLEK'İN ÇÖMLEK FABRİKASI
İsmail Fandaklı
Trabzon'da komşuluk ilişkileri çok eski yıllara dayanır. Sadece kendi mahallelerinde değil, kentin birçok bölgesinde yaşayanlarla da çok iyi komşuluklar kurulurdu.
Annemin, Trabzon'un birçok mahallesinde yakın arkadaşları ve akrabaları vardı. Ev işlerinden kalan zamanlarında genellikle gündüz oturmaları için komşulara gidilirdi. Gazipaşa Mahallesi dışında, Yenicuma, Hacıkasım, Kemerkaya, Ganita, Sotka, Çömlekçi, Atapark, Ayasofya Mahallelerine annemle birlikte gidişlerimizi asla unutamam.
Altmışlı yılların ortaları… Henüz okuma yazma bilmiyorum. Gazipaşa Merdivenli Sokak çıkışındaki Cumhuriyet Bakkaliyesi'nden batıya dönüp, Uzunsokak adımlandıktan sonra köprüler geçilip, Atapark'tan doğruca Ayasofya Kilisesi çevresindeki tanıdıklara kaç kez gittiğimi tam olarak anımsamıyorum.
Ayasofya Mahallesi'ne giderken, Uzunsokak'taki eski binaların birçoğu henüz yıkılmamış, eşsiz güzelliği ile sıralanmış, antik kentin tarihi dokusunu büyük bir ölçüde taşıyordu.
Tabakhane Yokuşu'nu inerken, eski kitapların satışı yapıldığı "kaldırım tezgahı"nın yanından geçiyoruz. Yolumuza devam edip, Ortahisar'ı adımladıktan sonra Zağnos Köprüsü'ne geliyoruz. Köprünün batı çıkışı, sol tarafında sarı bir apartman vardı. Tam bu apartmanın önüne geldiğimizde annem, "Babam, bu evde otururdu. Ölümünden önce yanından hiç ayrılmamıştım, son nefesini verdiğinde de başucunda oturuyordum" demişti. Daha sonra deniz tarafını gösterip, "Bak oğlum, orada gördüğün büyük bina ilkokuldur. Benim babam, orada hizmetli olarak çalışıp emekli olmuştu" dedi. Dedem, Şahin İrhan, 1306 (1890) doğumlu; ölüm tarihi 1961…
O yıllarda Atapark'ta son kalan mezarlık henüz yıkılmamış, SSK, lojmanlar ve tiyatro binası da yapılmamıştı. Narlıbahçe önünden geçip fuar alanına geldiğimizde anneme, "Anne, fuar ne zaman açılacak?" diye sormuştum. Çevrede birkaç eski ev, giderek kentin sıralanmış yoğun evleri geride kalmış, Kavakmeydan'ın alabildiğince boş alanları önünüze seriliyor. Solda türbe ve cami, sağ tarafta bizi her zaman büyülemiş olan Trabzon Lisesi…
Sarıkışla'nın altındaki askeriye binası ve yanında ahşaptan yapılmış, üzeri teneke ile kaplı uzunca bir bina vardı. İçerisinde tütünlerin dizildiği vagonları görmüştüm. Askeri bina ile Endüstri Meslek Lisesi arası tamamen boştu. Sağ tarafta ise sonradan Kapalı Spor Salonu'nun yapıldığı boş alanda top oynayan çocuklar olurdu her zaman.
Şehir Satadı'nın yeni yapıldığı yıllar… Trabzonspor Kulübü henüz kurulmamış, İdmanocağı - İdmangücü rekabetinin en üst düzeyde yaşandığı bir dönem… Şehir Stadı'ndan sonra Ayasofya Müzesi'ne kadar tütün tarlaları, incir bahçeleri, meyve ağaçları ve birkaç köy evi. Sol tarafta, Endüstri Meslek Lisesi arkasındaki İncirlik yamacında inek, koyun ve tavukları her zaman görmemiz mümkündü. Endüstri Meslek Lisesi ve Ticaret Lisesi yan yana, devamında da SSK Hastanesi…
Sağ tarafta Şehir Stadı'nın biraz ilerisinde, çocukluğumun "sanatevi" Çömlek Fabrikası… Bu bina, eski adı "Sanat Enstitüsü" olan Endüstri Meslek Lisesi'nin tam karşısında. Fabrikanın ne zaman kurulduğu bilinmiyor. Bilinen, bu binanın geçmişte İpek Mensucat Fabrikası olarak işletildiği… Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Trabzon'u ilk ziyaretinde, Trabzon Lisesi'nden sonra bu mensucat fabrikasını da gezmiş, geliştirilmesi hususunda her türlü talimatı vermiş ve işletmeye devlet desteği sağlamış.
Annemle komşu gezilerimizin unutulmazı, beni en çok etkileyeni olan bu çömlek fabrikası, çocuk yaşlarımda rüyalarıma girerdi. Ne zaman Ayasofya Kilisesi yakınındaki tanıdıklara gitsek, annemle kavgalarımız, tam da bu çömlek fabrikası önünde başlardı.
Çömlek Fabrikası önüne geldiğimizde annemin, beni çekiştirip azarlaması şöyle başladı: Bir gün evden çıktık ve komşu oturmasına gidiyoruz. Yukarıda kısaca özetlediğim yol güzergahını geçip Çömlek Fabrikası önüne geldiğimizde, yaşlı, sakallı bir amcanın ayak pedalıyla çevirdiği; bir yandan su verip şekil vermeye çalıştığı kırmızımsı bir hamur gördüm. Merakımı gidermek için fabrikanın önünde dikilip kalmışım, nefes alıp verdiğimi bilmiyorum ama kalp atışlarımı kulaklarımla bile duyabiliyordum! Yaşlı adam, onu izlediğimi fark edince, sırtı kapıya doğru oturuşunu değiştirip, taburesini aldı ve önünde dönen, benim ne olduğunu bir türlü anlamadığım tezgahın diğer tarafına geçti. Artık yaşlı amcanın yüzü bana dönük ve yaptığı işi rahatlıkla görebiliyorum.
Tek kişilik bir oyun ama izleyicisi de bir kişi… Sırf ben izleyeyim diye böyle davrandığını çocuk yaşta anlayamamıştım. Ayağıyla bir pedala basarken, önünde ıslak hamurumsu bir şey dönüp duruyor. Kafasıyla beni hafifçe selamlarken küçükçe de bir gülümsemesini fark ettim. Daha sonra bana hiç bakmadan elleriyle önündeki hamura şekil vermeye başladı. Kısa bir süre sonra, annemin yoğurt mayaladığı çömleğe benzemeye başladı. Kalbim duracaktı neredeyse!.. Nefes alamıyorum, hayranlıkla yaşlı adamı izliyorum.
Bu sırada annemin sesini duyuyorum, ta Ayasofya kavşağından!.. Yanında olmadığımı fark edinceye kadar, oraya kadar yürümüş. Bir soluma bakıyorum annem, el kol işaretleriyle talimatlar yağdırıyor!... Başımı çeviriyorum, tam karşımda inanılmaz bir iş yapılıyor!.. İki arada bir derede kaldım… Çocukça ama hemen aklıma geldi; annemin dediğini yapmazsam, beni bir daha buralara asla getirmezdi. Mecburen oradan ayrıldım ve annemi takip ettim.
Daha sonraları ne zaman Ayasofya Kilisesi yanındaki komşuya gitmeye kalkışsak, annemin ısrarlı talimatları art arda sıralanıyordu; bunlardan en önemlisi de Çömlek Fabrikası idi… Çocukluk yıllarımda Çömlek Fabrikası sahibinin kim olduğunu asla bilemezdim. Ticaret Lisesi'nde okuduğum yıllarda, o bölgede oturanlardan öğrenmiştim; Çömlek Fabrikası'nın sahibinin ismi Süleyman Dilek'miş. Kendisini saygıyla anıyorum. Benim için unutulmaz bir "sanatevi" olan Çömlek Fabrikası'nda izlettiklerini asla unutamam. Işıklar içinde uyusun…
O yıllarda SSK Hastanesi'ni takip eden sol tarafta birkaç köy evi dışında kent yaşamı hiç yoktu. Ayasofya Kilisesi çevresi ise tütün tarlalarıyla çevrili idi. Çokça zeytin ağacı dışında, birkaç meyve ve incirleri anımsıyorum.
Kilisenin biraz uzağında küçük bir sokak ve birkaç ev. Bu evlerden birine gidiyorduk annemle. Sonraki yıllarda öğreniyorum, bizim ressam - heykeltıraş Hasan Fehmi Hızal da o yıllarda sözünü ettiğim çevrede oturuyormuş. Köy Enstitüsü mezunu, eğitimci olan babası Hüseyin Hızal, Trabzon'da da öğretmenlik yapmış. Dedemin, Hüseyin Hızal'ı tanıdığını söylerdi annem ancak, nereden tanıştıklarını bilmiyordu.
Beş altı kez gitmişimdir annemle Ayasofya Kilisesi çevresine. Oradaki birkaç kadınla annemin yakın dostluğu vardı. Kim olduklarını bilmediğim bu ailelerin çocuklarıyla sokakta oyunlar kurar, oldukça eğlenirdik. İlkokula başladıktan sonra annemle asla ev oturmalarına gitmedim. Eğer gitmiş olsaydım, oradaki insanların kim olduğunu, oyun kurduğumuz çocukların adlarını mutlaka bilebilirdim.
Ne güzel yıllardı, asla unutamadığım… Ne o komşuluklar, ne o güzelim insanlar ve de hepsinden nemlisi burnumuzda tüten sokakların mis gibi kokuları kalmadı artık…
SÜLEYMAN DİLEK'İN ÇÖMLEK FABRİKASI
İsmail Fandaklı
Trabzon'da komşuluk ilişkileri çok eski yıllara dayanır. Sadece kendi mahallelerinde değil, kentin birçok bölgesinde yaşayanlarla da çok iyi komşuluklar kurulurdu.
Annemin, Trabzon'un birçok mahallesinde yakın arkadaşları ve akrabaları vardı. Ev işlerinden kalan zamanlarında genellikle gündüz oturmaları için komşulara gidilirdi. Gazipaşa Mahallesi dışında, Yenicuma, Hacıkasım, Kemerkaya, Ganita, Sotka, Çömlekçi, Atapark, Ayasofya Mahallelerine annemle birlikte gidişlerimizi asla unutamam.
Altmışlı yılların ortaları… Henüz okuma yazma bilmiyorum. Gazipaşa Merdivenli Sokak çıkışındaki Cumhuriyet Bakkaliyesi'nden batıya dönüp, Uzunsokak adımlandıktan sonra köprüler geçilip, Atapark'tan doğruca Ayasofya Kilisesi çevresindeki tanıdıklara kaç kez gittiğimi tam olarak anımsamıyorum.
Ayasofya Mahallesi'ne giderken, Uzunsokak'taki eski binaların birçoğu henüz yıkılmamış, eşsiz güzelliği ile sıralanmış, antik kentin tarihi dokusunu büyük bir ölçüde taşıyordu.
Tabakhane Yokuşu'nu inerken, eski kitapların satışı yapıldığı "kaldırım tezgahı"nın yanından geçiyoruz. Yolumuza devam edip, Ortahisar'ı adımladıktan sonra Zağnos Köprüsü'ne geliyoruz. Köprünün batı çıkışı, sol tarafında sarı bir apartman vardı. Tam bu apartmanın önüne geldiğimizde annem, "Babam, bu evde otururdu. Ölümünden önce yanından hiç ayrılmamıştım, son nefesini verdiğinde de başucunda oturuyordum" demişti. Daha sonra deniz tarafını gösterip, "Bak oğlum, orada gördüğün büyük bina ilkokuldur. Benim babam, orada hizmetli olarak çalışıp emekli olmuştu" dedi. Dedem, Şahin İrhan, 1306 (1890) doğumlu; ölüm tarihi 1961…
O yıllarda Atapark'ta son kalan mezarlık henüz yıkılmamış, SSK, lojmanlar ve tiyatro binası da yapılmamıştı. Narlıbahçe önünden geçip fuar alanına geldiğimizde anneme, "Anne, fuar ne zaman açılacak?" diye sormuştum. Çevrede birkaç eski ev, giderek kentin sıralanmış yoğun evleri geride kalmış, Kavakmeydan'ın alabildiğince boş alanları önünüze seriliyor. Solda türbe ve cami, sağ tarafta bizi her zaman büyülemiş olan Trabzon Lisesi…
Sarıkışla'nın altındaki askeriye binası ve yanında ahşaptan yapılmış, üzeri teneke ile kaplı uzunca bir bina vardı. İçerisinde tütünlerin dizildiği vagonları görmüştüm. Askeri bina ile Endüstri Meslek Lisesi arası tamamen boştu. Sağ tarafta ise sonradan Kapalı Spor Salonu'nun yapıldığı boş alanda top oynayan çocuklar olurdu her zaman.
Şehir Satadı'nın yeni yapıldığı yıllar… Trabzonspor Kulübü henüz kurulmamış, İdmanocağı - İdmangücü rekabetinin en üst düzeyde yaşandığı bir dönem… Şehir Stadı'ndan sonra Ayasofya Müzesi'ne kadar tütün tarlaları, incir bahçeleri, meyve ağaçları ve birkaç köy evi. Sol tarafta, Endüstri Meslek Lisesi arkasındaki İncirlik yamacında inek, koyun ve tavukları her zaman görmemiz mümkündü. Endüstri Meslek Lisesi ve Ticaret Lisesi yan yana, devamında da SSK Hastanesi…
Sağ tarafta Şehir Stadı'nın biraz ilerisinde, çocukluğumun "sanatevi" Çömlek Fabrikası… Bu bina, eski adı "Sanat Enstitüsü" olan Endüstri Meslek Lisesi'nin tam karşısında. Fabrikanın ne zaman kurulduğu bilinmiyor. Bilinen, bu binanın geçmişte İpek Mensucat Fabrikası olarak işletildiği… Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Trabzon'u ilk ziyaretinde, Trabzon Lisesi'nden sonra bu mensucat fabrikasını da gezmiş, geliştirilmesi hususunda her türlü talimatı vermiş ve işletmeye devlet desteği sağlamış.
Annemle komşu gezilerimizin unutulmazı, beni en çok etkileyeni olan bu çömlek fabrikası, çocuk yaşlarımda rüyalarıma girerdi. Ne zaman Ayasofya Kilisesi yakınındaki tanıdıklara gitsek, annemle kavgalarımız, tam da bu çömlek fabrikası önünde başlardı.
Çömlek Fabrikası önüne geldiğimizde annemin, beni çekiştirip azarlaması şöyle başladı: Bir gün evden çıktık ve komşu oturmasına gidiyoruz. Yukarıda kısaca özetlediğim yol güzergahını geçip Çömlek Fabrikası önüne geldiğimizde, yaşlı, sakallı bir amcanın ayak pedalıyla çevirdiği; bir yandan su verip şekil vermeye çalıştığı kırmızımsı bir hamur gördüm. Merakımı gidermek için fabrikanın önünde dikilip kalmışım, nefes alıp verdiğimi bilmiyorum ama kalp atışlarımı kulaklarımla bile duyabiliyordum! Yaşlı adam, onu izlediğimi fark edince, sırtı kapıya doğru oturuşunu değiştirip, taburesini aldı ve önünde dönen, benim ne olduğunu bir türlü anlamadığım tezgahın diğer tarafına geçti. Artık yaşlı amcanın yüzü bana dönük ve yaptığı işi rahatlıkla görebiliyorum.
Tek kişilik bir oyun ama izleyicisi de bir kişi… Sırf ben izleyeyim diye böyle davrandığını çocuk yaşta anlayamamıştım. Ayağıyla bir pedala basarken, önünde ıslak hamurumsu bir şey dönüp duruyor. Kafasıyla beni hafifçe selamlarken küçükçe de bir gülümsemesini fark ettim. Daha sonra bana hiç bakmadan elleriyle önündeki hamura şekil vermeye başladı. Kısa bir süre sonra, annemin yoğurt mayaladığı çömleğe benzemeye başladı. Kalbim duracaktı neredeyse!.. Nefes alamıyorum, hayranlıkla yaşlı adamı izliyorum.
Bu sırada annemin sesini duyuyorum, ta Ayasofya kavşağından!.. Yanında olmadığımı fark edinceye kadar, oraya kadar yürümüş. Bir soluma bakıyorum annem, el kol işaretleriyle talimatlar yağdırıyor!... Başımı çeviriyorum, tam karşımda inanılmaz bir iş yapılıyor!.. İki arada bir derede kaldım… Çocukça ama hemen aklıma geldi; annemin dediğini yapmazsam, beni bir daha buralara asla getirmezdi. Mecburen oradan ayrıldım ve annemi takip ettim.
Daha sonraları ne zaman Ayasofya Kilisesi yanındaki komşuya gitmeye kalkışsak, annemin ısrarlı talimatları art arda sıralanıyordu; bunlardan en önemlisi de Çömlek Fabrikası idi… Çocukluk yıllarımda Çömlek Fabrikası sahibinin kim olduğunu asla bilemezdim. Ticaret Lisesi'nde okuduğum yıllarda, o bölgede oturanlardan öğrenmiştim; Çömlek Fabrikası'nın sahibinin ismi Süleyman Dilek'miş. Kendisini saygıyla anıyorum. Benim için unutulmaz bir "sanatevi" olan Çömlek Fabrikası'nda izlettiklerini asla unutamam. Işıklar içinde uyusun…
O yıllarda SSK Hastanesi'ni takip eden sol tarafta birkaç köy evi dışında kent yaşamı hiç yoktu. Ayasofya Kilisesi çevresi ise tütün tarlalarıyla çevrili idi. Çokça zeytin ağacı dışında, birkaç meyve ve incirleri anımsıyorum.
Kilisenin biraz uzağında küçük bir sokak ve birkaç ev. Bu evlerden birine gidiyorduk annemle. Sonraki yıllarda öğreniyorum, bizim ressam - heykeltıraş Hasan Fehmi Hızal da o yıllarda sözünü ettiğim çevrede oturuyormuş. Köy Enstitüsü mezunu, eğitimci olan babası Hüseyin Hızal, Trabzon'da da öğretmenlik yapmış. Dedemin, Hüseyin Hızal'ı tanıdığını söylerdi annem ancak, nereden tanıştıklarını bilmiyordu.
Beş altı kez gitmişimdir annemle Ayasofya Kilisesi çevresine. Oradaki birkaç kadınla annemin yakın dostluğu vardı. Kim olduklarını bilmediğim bu ailelerin çocuklarıyla sokakta oyunlar kurar, oldukça eğlenirdik. İlkokula başladıktan sonra annemle asla ev oturmalarına gitmedim. Eğer gitmiş olsaydım, oradaki insanların kim olduğunu, oyun kurduğumuz çocukların adlarını mutlaka bilebilirdim.
Ne güzel yıllardı, asla unutamadığım… Ne o komşuluklar, ne o güzelim insanlar ve de hepsinden nemlisi burnumuzda tüten sokakların mis gibi kokuları kalmadı artık…