GİTTİM, GÖRDÜM, YAZDIM : KAMİL ANAHAR
GAP’TA 7 GÜNGap Turu, Türkiye'nin en özgün rotalarından biri olarak, kültür, tarih ve gastronomiyi bir araya getiren eşsiz bir deneyim sunar. Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ni ..
AÇIK HAVA MÜZESİ: HARPUTTürkiye’nin dört bir yanı tarihin, doğanın, gastronominin birleşiminden oluşan muhteşem üçlünün ev sahibi. Ve gezdikçe, gördükçe nasıl lütuf gibi bir ülkede yaşadığınızı yeniden anlıyorsunuz.Çivi Yazısıyla KarpataHarput demek ‘Taş Kale’ demek. Kaya blokları üzerine korunaklı biçimde inşa edilen yerleşimin tarihi M.Ö. 2000’lere dek uzanıyor. M.Ö. 19. yüzyıldan günümüze ulaşan Asurlara ait çivi yazısı tabletlerde ise Harput’tan ‘Karpata’ olarak söz ediliyor. Bölgeye ilk Hurriler ve Hititler gelmiş. M.Ö. 900’lü yıllardan itibarense uzun süren bir Urartu hâkimiyeti başlamış. İran ve Roma medeniyetleri de Harput’tan geçmiş. Sonrasında da Türk beylikleri ve nihayetinde Osmanlı... Tüm bu tarihi zenginliği Harput’un atmosferinde hissetmemek mümkün değil. Zaten ilçe bir açık hava müzesi görünümünde…Süt Kalesi’nden KuşbakışıHarput’u keşfetmeye meşhur kalesi ile başlayın. Diğer adı da ‘Süt Kalesi’; çünkü yapımında su yerine süt kullanıldığı yönünde bir halk inanışı var. M.Ö. 8. yüzyıla dek uzanıyor kalenin tarihi. Farklı uygarlıklar savunma amaçlı kullanmış; 1193’te ise Kudüs Kralı Baudouin burada bir ay hapis yatmış. Harput Kalesi’nin zirvesinden, Kale Hamamı’nın kalıntılarını ya da Keban Barajı’nın oluşturduğu gölün manzarasını izleyebilirsiniz.Anadolu’nun İlklerinden Ulu Cami1157 yılından günümüze ulaşan yapı, Anadolu’daki en eski camilerden biri olma özelliğine sahip. Eğik minaresiyle ünlü… Harput Ulu Camii Eğri Minaresiyle Görenleri Şaşırtıyor. Elazığ’daki Harput Ulu Camii, minaresinin Pisa Kulesi’nden daha eğri olmasıyla görenleri şaşırtıyor.
Yapımı Artuklular’a ait ama Selçuklu – İran karışımı bir mimari var ortada ve bu özelliğiyle diğer Artuklu yapılarından ayrılan şaşırtıcı bir üsluba sahip. Abanoz ağacından yapılmış minberi ait olduğu yerde değil, onu Kurşunlu Camii’nde görebilirsiniz. Bir de gittiğinizde dikkat edin mihrabın önünde bulunan kare alan bir kubbeyle örtülmüş. Bu o döneme dek uygulanan bir tarz değil, o yüzden Anadolu’da yapılan kendisi kadar eski diğer camilerden ayrılıyor. Doğunun En Güzel İzleri Bir AradaUlu Cami’nin hemen yanında yer alan; mimarisinin yeni ama üstlendiği işlevin önemli olduğu bir yapı var: Şefik Gül Kültür Evi. Mimarisinde taş ve ahşap kullanılmış, yaklaşık 200 yıllık geleneksel bir ev. Bahçesi harika. Gülsan Şirketler Grubu’nun almasıyla başarılı bir restorasyondan geçirilerek 2005 yılında müze olarak Harput’a kazandırılmış. Mardin’in muhteşem oymacılık sanatı ile yapılan banklar ile Kemaliye atölyelerinde elde dövülerek yapılmış enfes metal kapı tokmakları evde görecekleriniz arasında… Haftanın 4 günü ücretsiz ziyaret edebilirsiniz ama gideceğiniz döneme göre gün ve saat bilgini kontrol edin.Meryem Ana KilisesiHarput Kalesinin doğusunda, kaleye bitişikmiş gibi duran kilisede bir süredir restorasyon çalışmaları sürüyor. Kızıl Kilise, Süryani Kilisesi ya da Yakubi Kilisesi gibi farklı adlarla anılıyor. M.S. 179’da inşa edilmiş ve sadece ülkemizin değil dünyanın en eski kiliselerinden biri. Ne yazık ki bölgenin kaderi olan saldırılardan nasibini alıp zaman içinde çok hasar görmüş. 1134 yılında Sultan Arslan tarafından onarımı yaptırılmış. İçinde Harput kralının kızına ait olduğu söylenen bir de mezar var. Anadolu’daki üçüncü büyük Süryani kilisesi olma özelliğine sahip. İsa’nın doğumunun 2000. yılı için düzenlenen özel bir ayine de ev sahipliği yapmıştı. Ziyaret etmek için özel izin almak gerekiyor. Cimşit Bey HamamıYavuz Sultan Süleyman döneminde Palu’yu savaşmadan teslim eden Cimşit Bey adına 16. yüzyılda yapılmış. Kırma taşlardan inşa edilen dört bölümden oluşuyor. Ortasında fıskiyeli harika bir havuzun bulunduğu soğukluktan kemerli bir kapı ile ılıklığa geçiliyor. Üçüncü bölümü olan sıcaklık, tüm klasik Türk hamamlarında var olan halvet, eyvan ve ortada bir göbek taşından oluşuyor. Son bölüm ise külhan yani ısıtma yeri. Bugün hamam restoran olarak kullanılıyor. Tarihi bir atmosferde yöresel lezzetleri tatmak için mutlaka uğrayın.
Kurşunlu CamiiHarput’taki en güzel Osmanlı yapılarından biri… 1739’dan beri kullanılan caminin kubbeleri kurşunla kaplanmış; adı da buradan geliyor. Ahşap işçiliğinin nadide örneklerinden biri olan abanoz minberi Ulu Cami’den getirilmiş. Kesme taştan yapılan minaresinin hem çok kalın hem de caminin boyutlarına oranla oldukça yüksek olduğu dikkatinizi çekecek. Merkezdeki Sara Hatun Camii de görülmeye değer. 1463 yılında Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan’ın annesi Sara Hatun için yapılmış.Türbeler ve EfsanelerHarput’ta birçok türbe ve adandığı kişilere dair anlatılan çok sayıda hikâye var. Eğer ilginizi çekiyorsa; Mansur Baba, Tespihli Baba, Nadir Baba, Fatih Ahmet Baba ziyaret edebileceklerinizden birkaçı. Türbelerin bölgede inanç turizmine dair bir hareketlilik sağladığı kesin. Sadece bu türbeleri ziyaret etmek için her yıl binlerce insan geliyor. Hatta Nadir Baba’yı sadece Müslümanlar değil farklı din ve inanıştan insanlar da ziyaret ediyormuş. İçlerinde en şaşırtıcı olanı ise Arap Baba Türbesi! Sık rastlayamayacağınız bir özelliği var ki bozulmayı önleyecek biçimde yapılan camekânın içinden Arap Baba’yı görebilirsiniz. Cesedi kurumuş ama bozulmamış. Türbe 1279’da Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan’ın oğlu Keyhüsrev zamanında yapılmış. Mihrabında kullanılan Selçuklu çinileri ise ne yazık ki çalınmış. Türbeye mescitten açılan bir kapı ile ulaşılıyor, zemin katta. 1200’lü yıllarda yaşadığı düşünülen Arap Baba, Harput halkının çok kıymet verdiği bir isim. Hakkında anlatılan birçok efsane duyacaksınız.
Balak Gazi Heykeli
Halk arasında Balak Gazi diye anılan Belek Gazi’nin tam adı Nûrü’d Devle Belek bin Behram Bin Artuk’tur. Selçuklu Sultanı Alparslan’ın Malazgirt savaşındaki ünlü komutanlarından Artuk Bey’in torunudur.Doğum tarihi bilinmemektedir.Harput’un girişindeki Balak Gazi Parkı’nın üst tarafında yer alan Balak Gazi heykeli, İslam ve Türk tarihine kahramanlıklarıyla damga vurmuş, büyük komutan Belek Gazi’ye aittir. Belek Gazi heykeli, 1965 yılında bu büyük ve saygıdeğer komutanın aziz hatırasına ithafen, heykeltraş Nurettin Orhan’a yaptırılmıştır. Haçlı ordularıyla yaptığı savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar ve cesareti nedeniyle yaşadığı dönemde , İslam dünyası için çok önemli bir ünvan olan Nûrü’d Devle (Devletin Nuru) ünvanı verilmiştir.Harput ve yöresini 1115 yılında Çubukoğulları’ndan alarak Artukoğulları dönemini başlatmıştır. Belek Gazi, Harput’un en önemli simgelerinden olup, Belek Gazi adı Harput ile özdeşleşmiştir. 1122 yılında Urfa Kontu Josselin'i, Birecik senyörü Galeran ve 1123'te onu kurtarmaya gelen Kudüs Kralı Baudouin'i ve şövalyelerini esir ederek zincire vurdu ve hepsini Harput kalesinde hapsetti.Büyük Selçuk Sultanı tarafından "Müslüman Orduları Başkumandanı" tayin edildi. Kendisine "Gazi" unvanı verildi. 1124 yılında Suriye'de, Membiç Kalesi’nin kuşatması esnasında kaleden atılan bir okla şehit düşmüştür. Halep'te bulunan Hz İbrahim Makamı'nın yanına defnedilmiştir.BİR KEMALİYE MASALI
Ege ve Akdeniz kıyıları güneşin peşinde koşanları çağırırken memleketin farklı ve efil efil esen köşelerine gitmek isteyenler rotasını Doğu’ya çevirebilir. Yolum Munzur Dağları eteklerine düştüğünde Murat Suyu’nu geçerek vardığımız Kemaliye’nin etkileyici doğası karşısında insanın neredeyse nutku tutulmuştu. Buranın gezginlere gösterecek çok şeyi var. Dağların enginliği karşısında, biz insanların toz zerresi kadar olduğunu hissetmek de bu rotanın bonusu.
Kapsamlı bir rotanın parçası olduğu için uzun ve yorucu sayılabilecek bir yolculuktan sonra vardık Kemaliye’ye… Osmanlı döneminde, eşlerini gurbete gönderen kadınların yazdığı manilerden oluşan tabelalar tüm yolu selamlıyor. Bir tanesinde şöyle yazıyordu: “Sen gideli zindan oldu şu Eğin/Seher vakti kabul ola dileğin/İnip hasbahçeye bir gül koparmam/Çarpıp oynamasın dertli yüreğim.” Maniler, hasret ve özlem yüklü, zaman zaman sitemkâr ama hep sevgi temelinde yazılmış ve hatıralarına binaen yollara asılmış. Okuya okuya yürüyüp o dönemi düşünüyorsunuz ister istemez, hayatın getirdiği zorlukları, ayrılıkları da...
Manide adı geçen Eğin, Kemaliye’nin eski adı. Eğinliler, Kurtuluş Savaşı döneminde Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf çekerek, 500 atlıyla emirlerinde olduklarını bildirince, savaştan sonra Atatürk, bu bölgenin isminin Kemaliye olarak değiştirilmesini teklif eder, bölge halkı da kabul eder. O zamanın küçük bir kasabası olan ve adı türkülerde dillendirilen Eğin’in sofa, divanhane ve odalardan oluşan ve genelde dört katlı olarak tasarlanan evleri yamaçlara sıralanmış.Oldukça korunmuş ve birçok örneği günümüze kadar ulaşan evlerden bir tanesini gezme imkânımız oldu. Evin kapısında atlara binilen, binektaşlarının olduğu konak tipi evlere taşlıklı bir avludan giriliyor. Sonra solda geniş bir oda sizi karşılıyor. Merdivenin hemen altında, eski usul bir ocakta misafirlere kahve ikram ediliyor. Üst katlardaki odalarda geleneksel yaşamın izlerini gösteren yüklükler, gaz lambalarının konduğu küçük bölmeler ve mutfak kısmı var. Bir oda tamamen gıda deposu olarak ayrılmış. Eskiden evin hanımı, o gün ne yemek yapılacağına karar verdiğinde, gelinleri çağırıp o depodan malzemeyi elleriyle teslim eder ve yemeğin yapılmasını sağlarmış. Anadolu’da her memlekette olduğu gibi misafir kültürünün ön planda olduğunu anlıyoruz.
Ceviz ve dutla lök yapılıyorKemaliye evleri, mağ adı verilen 3-3,5 metrelik bir aks sistemiyle yapılır ve her evin bahçeye ya da sokağa açılan bir kapısı olurmuş. Evlerin şu an işlevselliğini yitiren bir önemli özelliği de rıhtım döşeme yani taş kaplama damların tarımsal ürünlerin işlenmesi ve kurutulması amacıyla kullanılması. Bölgenin bu anlamda en önemli ürünleri ceviz ve dut olarak ön plana çıkıyor. Bu iki önemli besin maddesi, adına lök denen bir ürün olarak Kemaliye’nin alameti farikası haline gelmiş. Kemaliye’de Mani Yolu’ndan biraz daha aşağıya doğru yürüdüğünüzde karşınıza Lökhane isimli bir mekân çıkacak. Burada soluklanıp hem çay-kahve içebilir hem de löklerin tadına bakabilir, satın alabilirsiniz. Lök ustası “Dutu güneşte kurutup daha sonra değirmenlerde un haline getiriyoruz ve cevizle dövme makinesinde yaklaşık 2,5-3 saat dövüyoruz. İçerisinde dutun tatlılığı, cevizin de yağı var” diyerek bu lezzetin tarifini verirken, bu geleneğin hâlâ sürdürülmesine seviniyorsunuz.
‘Orda bir köy var uzakta’
Sırakonaklar Köyü. Bu köy, Kemaliye merkezden daha çok korunmuş, otantik yapının tamamen görülebildiği, tepelerden etrafı seyredebileceğiniz bambaşka bir nokta. Sırakonaklar’dan komşu Apçağa Köyü’ne bir dostluk yürüyüş yolu yapılmış. Yukarıdan aşağıya, tehlike arz etmeyen ama mevsiminde binbir çeşit çiçeğin görülebileceği bir rotadan köye doğru yürüyoruz.
Apçağa Köyü’nün hikâyesiyse bambaşka. Şair Ahmet Kutsi Tecer’in “Orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür, gezmesek de tozmasak da o köy bizim köyümüzdür” şiirinin ta kendisidir Apçağa Köyü. Köy meydanında küçük bir fırın, bakkal ve çay ocağı var; özellikle bahar ve yaz döneminde turistler burayı ziyaret ediyor, yerliler de yavaş yavaş gelip evleri açıyorlar. Ayrıca bu köyde de yine Ahmet Kutsi Tecer Kültür Evi var, ziyaret edilebiliyor. Tarihi dokunun ve doğal güzelliğin yaşatıldığı bu iki köy, Kemaliye’nin görülmesi gereken noktaları.Fırat’a doğru yol alıyoruz. Karanlık Kanyon adı verilen bölge, bir anlamda içeri hapsolmuşluğun fotoğrafı gibi. Ama bölge halkı, 1870’lerde, ellerinde kazma küreklerle, İç Anadolu’ya bağlanmak için, Taş Yol dedikleri çalışmayı başlatmışlar. Yaptıkları şey bugünün imkânlarıyla baktığınızda inanılmaz. Bildiğiniz geçit vermez, sarp dağlara tüneller açılmış, yollar yapılmış. Bu o kadar uzun sürmüş ki... Ama bölge halkı bu sevdadan vazgeçmemiş, nihayetinde 2002’de devletin de desteğiyle tamamlanmış. Bugün o yollar kullanılmıyor, alternatif bir güzergâhla Erzincan’a bağlanıyor, haliyle daha kolay ulaşmak. Tabii kanyona gelmişken bu olağanüstü çalışmayı görmek bir taraftan insanı ürkütüyor bir taraftan da insanların azmine hayran oluyorsunuz. Kanyonu görmenin diğer alternatifi de tekne gezileri. Tünellerin yanı başındaki tesislerde tekneler kiralayıp Fırat’ı hissedebiliyorsunuz. Şanslıysanız dağlarda keçileri de görmeniz mümkün.HARRAN’DA MİSTİK ZAMANLARA YOLCULUK
Harran’da mistik zamanlara yolculuk... Konik evlerin gizemi
İnsanlık tarihinin en eski yaşam izlerinden örnekler barındıran Harran, gizemli efsanelerle yüklü tarihi, ilginç, kubbeli evleri ve renkli insanlarıyla unutulmaz bir seyahat deneyimi sunuyor.
Şanlıurfa’da tarihi yerleşimlerin arasından geçip Eski Harran’a doğru ilerlerken bambaşka bir gezegene gelmiş gibi bir hisse kapılıyorum. Bir gündüz düşü değil gördüğüm. ‘Peygamberler şehri’nden Harran’a uzanan 44 kilometrelik yol, uçsuz bucaksız bir ovanın ortasında, karınca yuvalarını andıran kubbeli evlerle pamuk ve başak tarlaları eşliğinde uzayıp gidiyor. Pullu giysiler giymiş Harranlı kadınlara rastlıyorum. Kimi coğrafyalarının tonlarına, kimi büyük bir heyecanla anlattıkları Doğu masallarına özgü canlı renklere bürünmüş... Efsanelerde anlatılan Eski Harran canlanıyor gözümde. Egzotik hayvanları barındıran ormanlar, serin asma bahçeleri, verimli topraklar... Galiba Doğu’nun mistik zamanlarının ortasındayım artık...-
‘Göklerin şehri’Akdeniz’le Ortadoğu’yu birleştiren yol üzerinde önemli bir durak olan Harran’da, yerleşimin MÖ 5000’den 13’üncü yüzyıla kadar kesintisiz olarak sürdüğü biliniyor. Burası çivi yazılı tabletlerde ‘kervan’ ve ‘göklerin şehri’ anlamına gelen ‘harranu’ olarak anılmış. Kalesini Hititler, surlarını Asurlar yaptırmış. Gezegenler, burada yaşayan halklar tarafından Tanrı kabul edilmiş. Yanı başındaki Urfa’nın eğitim ve güzellik bahçesi olmuş. Ortaçağdaysa İslam dünyasının bilim ve düşünce merkezi haline gelmiş. Moğollar tarafından istila edilince bir daha altın çağını yakalayamamış ve hep masallarıyla avunmuş. Güneş’in yılın 300 günü sıcak yüzünü esirgemediği Harran, her yıl hatırı sayılır miktarda ziyaretçiyi kendine çekiyor. Astronomiyle ilgilenenleri ve arkeologları cezbeden ören yerlerinden biri. Bölgede bugün de semavi dinler tarafından kutsal sayılan mabetler, mağaralar ve çeşitli izler bulmak da zor değil. Harran’ın eski kent merkezini çevreleyen, yaklaşık dört kilometre uzunluğundaki surların 187 burcu olduğu biliniyor. Batıda Halep, kuzeyde Anadolu, doğuda Arslanlı, Musul ve Bağdat ve güneyde Rakka olmak üzere altı kapısı bulunan surların sadece Halep kapısı günümüze dek gelebilmiş. Surların devamını oluşturan Harran Kalesi çeşitli dönemlerde hükümdarlık sarayı olarak kullanılmış.
Harran höyüğünün kuzeydoğu eteğindeki Ulu Cami’yse Anadolu’nun en eski, en büyük ve ilk revaklı, avlulu ve taş süslemeli camisi kabul ediliyor. Mabedin sütun başları, İslam’ın taş süsleme sanatının şaheserleri arasında gösteriliyor. Caminin kitabeli doğu duvarı, kıble duvarı, mihrabı, kemer taşları ve minaresi bugün bile ayırt edilebiliyor. Caminin minaresi geçmişte gözlemevi olarak kullanılmış. Cami bazı kaynaklarda ‘cennetin kapısı’ olarak anılıyor. Harran, 1271’deki Moğol saldırısıyla yakılıp yıkılana kadar Anadolu ve Ortadoğu’nun en önemli bilim merkezlerinden biri olmuş.
Taç kapılı bir camiKentin güneydoğusundaki kale şehir surlarının devamını oluşturuyor. İnşa tarihi tam olarak bilinmeyen, ancak 1059’da Fatımiler tarafından yenilenen üç katlı kale, çeşitli dönemlerde saray olarak kullanılmış. Tarihi kentin tam ortasındaki Harran Höyüğü’nde ilk arkeolojik araştırmalara, 1951’de Türk - İngiliz ortak kazılarıyla başlanmış. Uzun yıllar kaderine terk edilen höyüğün değeri, 1980’lerde yeniden anlaşılmış. 1983’te tekrar başlatılan kazı çalışmaları sonunda, MÖ 3000’li yıllardan 13’üncü yüzyıla kadar uzanan devirlere ait çeşitli buluntular ortaya çıkarılmış. Kenti çevreleyen surların hemen dışında, İslam tarihinden kalma anıt taşlarıyla dikkat çeken iki tarihi mezarlık mevcut. Kent surlarının kuzeybatısındaysa 12’nci yüzyılda Harran’da yaşamış İslam bilgini Şeyh Hayat Türbesi var. Türbenin bitişiğinde taç kapılı bir cami göze çarpıyor. Harran’ın kutsal ziyaret yerlerinden biri olan Yakup Peygamber Kuyusu surların kuzeybatısında.
GAP’TA 7 GÜNGap Turu, Türkiye'nin en özgün rotalarından biri olarak, kültür, tarih ve gastronomiyi bir araya getiren eşsiz bir deneyim sunar. Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ni ..
AÇIK HAVA MÜZESİ: HARPUTTürkiye’nin dört bir yanı tarihin, doğanın, gastronominin birleşiminden oluşan muhteşem üçlünün ev sahibi. Ve gezdikçe, gördükçe nasıl lütuf gibi bir ülkede yaşadığınızı yeniden anlıyorsunuz.Çivi Yazısıyla KarpataHarput demek ‘Taş Kale’ demek. Kaya blokları üzerine korunaklı biçimde inşa edilen yerleşimin tarihi M.Ö. 2000’lere dek uzanıyor. M.Ö. 19. yüzyıldan günümüze ulaşan Asurlara ait çivi yazısı tabletlerde ise Harput’tan ‘Karpata’ olarak söz ediliyor. Bölgeye ilk Hurriler ve Hititler gelmiş. M.Ö. 900’lü yıllardan itibarense uzun süren bir Urartu hâkimiyeti başlamış. İran ve Roma medeniyetleri de Harput’tan geçmiş. Sonrasında da Türk beylikleri ve nihayetinde Osmanlı... Tüm bu tarihi zenginliği Harput’un atmosferinde hissetmemek mümkün değil. Zaten ilçe bir açık hava müzesi görünümünde…Süt Kalesi’nden KuşbakışıHarput’u keşfetmeye meşhur kalesi ile başlayın. Diğer adı da ‘Süt Kalesi’; çünkü yapımında su yerine süt kullanıldığı yönünde bir halk inanışı var. M.Ö. 8. yüzyıla dek uzanıyor kalenin tarihi. Farklı uygarlıklar savunma amaçlı kullanmış; 1193’te ise Kudüs Kralı Baudouin burada bir ay hapis yatmış. Harput Kalesi’nin zirvesinden, Kale Hamamı’nın kalıntılarını ya da Keban Barajı’nın oluşturduğu gölün manzarasını izleyebilirsiniz.Anadolu’nun İlklerinden Ulu Cami1157 yılından günümüze ulaşan yapı, Anadolu’daki en eski camilerden biri olma özelliğine sahip. Eğik minaresiyle ünlü… Harput Ulu Camii Eğri Minaresiyle Görenleri Şaşırtıyor. Elazığ’daki Harput Ulu Camii, minaresinin Pisa Kulesi’nden daha eğri olmasıyla görenleri şaşırtıyor.
Yapımı Artuklular’a ait ama Selçuklu – İran karışımı bir mimari var ortada ve bu özelliğiyle diğer Artuklu yapılarından ayrılan şaşırtıcı bir üsluba sahip. Abanoz ağacından yapılmış minberi ait olduğu yerde değil, onu Kurşunlu Camii’nde görebilirsiniz. Bir de gittiğinizde dikkat edin mihrabın önünde bulunan kare alan bir kubbeyle örtülmüş. Bu o döneme dek uygulanan bir tarz değil, o yüzden Anadolu’da yapılan kendisi kadar eski diğer camilerden ayrılıyor. Doğunun En Güzel İzleri Bir AradaUlu Cami’nin hemen yanında yer alan; mimarisinin yeni ama üstlendiği işlevin önemli olduğu bir yapı var: Şefik Gül Kültür Evi. Mimarisinde taş ve ahşap kullanılmış, yaklaşık 200 yıllık geleneksel bir ev. Bahçesi harika. Gülsan Şirketler Grubu’nun almasıyla başarılı bir restorasyondan geçirilerek 2005 yılında müze olarak Harput’a kazandırılmış. Mardin’in muhteşem oymacılık sanatı ile yapılan banklar ile Kemaliye atölyelerinde elde dövülerek yapılmış enfes metal kapı tokmakları evde görecekleriniz arasında… Haftanın 4 günü ücretsiz ziyaret edebilirsiniz ama gideceğiniz döneme göre gün ve saat bilgini kontrol edin.Meryem Ana KilisesiHarput Kalesinin doğusunda, kaleye bitişikmiş gibi duran kilisede bir süredir restorasyon çalışmaları sürüyor. Kızıl Kilise, Süryani Kilisesi ya da Yakubi Kilisesi gibi farklı adlarla anılıyor. M.S. 179’da inşa edilmiş ve sadece ülkemizin değil dünyanın en eski kiliselerinden biri. Ne yazık ki bölgenin kaderi olan saldırılardan nasibini alıp zaman içinde çok hasar görmüş. 1134 yılında Sultan Arslan tarafından onarımı yaptırılmış. İçinde Harput kralının kızına ait olduğu söylenen bir de mezar var. Anadolu’daki üçüncü büyük Süryani kilisesi olma özelliğine sahip. İsa’nın doğumunun 2000. yılı için düzenlenen özel bir ayine de ev sahipliği yapmıştı. Ziyaret etmek için özel izin almak gerekiyor. Cimşit Bey HamamıYavuz Sultan Süleyman döneminde Palu’yu savaşmadan teslim eden Cimşit Bey adına 16. yüzyılda yapılmış. Kırma taşlardan inşa edilen dört bölümden oluşuyor. Ortasında fıskiyeli harika bir havuzun bulunduğu soğukluktan kemerli bir kapı ile ılıklığa geçiliyor. Üçüncü bölümü olan sıcaklık, tüm klasik Türk hamamlarında var olan halvet, eyvan ve ortada bir göbek taşından oluşuyor. Son bölüm ise külhan yani ısıtma yeri. Bugün hamam restoran olarak kullanılıyor. Tarihi bir atmosferde yöresel lezzetleri tatmak için mutlaka uğrayın.
Kurşunlu CamiiHarput’taki en güzel Osmanlı yapılarından biri… 1739’dan beri kullanılan caminin kubbeleri kurşunla kaplanmış; adı da buradan geliyor. Ahşap işçiliğinin nadide örneklerinden biri olan abanoz minberi Ulu Cami’den getirilmiş. Kesme taştan yapılan minaresinin hem çok kalın hem de caminin boyutlarına oranla oldukça yüksek olduğu dikkatinizi çekecek. Merkezdeki Sara Hatun Camii de görülmeye değer. 1463 yılında Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan’ın annesi Sara Hatun için yapılmış.Türbeler ve EfsanelerHarput’ta birçok türbe ve adandığı kişilere dair anlatılan çok sayıda hikâye var. Eğer ilginizi çekiyorsa; Mansur Baba, Tespihli Baba, Nadir Baba, Fatih Ahmet Baba ziyaret edebileceklerinizden birkaçı. Türbelerin bölgede inanç turizmine dair bir hareketlilik sağladığı kesin. Sadece bu türbeleri ziyaret etmek için her yıl binlerce insan geliyor. Hatta Nadir Baba’yı sadece Müslümanlar değil farklı din ve inanıştan insanlar da ziyaret ediyormuş. İçlerinde en şaşırtıcı olanı ise Arap Baba Türbesi! Sık rastlayamayacağınız bir özelliği var ki bozulmayı önleyecek biçimde yapılan camekânın içinden Arap Baba’yı görebilirsiniz. Cesedi kurumuş ama bozulmamış. Türbe 1279’da Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan’ın oğlu Keyhüsrev zamanında yapılmış. Mihrabında kullanılan Selçuklu çinileri ise ne yazık ki çalınmış. Türbeye mescitten açılan bir kapı ile ulaşılıyor, zemin katta. 1200’lü yıllarda yaşadığı düşünülen Arap Baba, Harput halkının çok kıymet verdiği bir isim. Hakkında anlatılan birçok efsane duyacaksınız.
Balak Gazi Heykeli
Halk arasında Balak Gazi diye anılan Belek Gazi’nin tam adı Nûrü’d Devle Belek bin Behram Bin Artuk’tur. Selçuklu Sultanı Alparslan’ın Malazgirt savaşındaki ünlü komutanlarından Artuk Bey’in torunudur.Doğum tarihi bilinmemektedir.Harput’un girişindeki Balak Gazi Parkı’nın üst tarafında yer alan Balak Gazi heykeli, İslam ve Türk tarihine kahramanlıklarıyla damga vurmuş, büyük komutan Belek Gazi’ye aittir. Belek Gazi heykeli, 1965 yılında bu büyük ve saygıdeğer komutanın aziz hatırasına ithafen, heykeltraş Nurettin Orhan’a yaptırılmıştır. Haçlı ordularıyla yaptığı savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar ve cesareti nedeniyle yaşadığı dönemde , İslam dünyası için çok önemli bir ünvan olan Nûrü’d Devle (Devletin Nuru) ünvanı verilmiştir.Harput ve yöresini 1115 yılında Çubukoğulları’ndan alarak Artukoğulları dönemini başlatmıştır. Belek Gazi, Harput’un en önemli simgelerinden olup, Belek Gazi adı Harput ile özdeşleşmiştir. 1122 yılında Urfa Kontu Josselin'i, Birecik senyörü Galeran ve 1123'te onu kurtarmaya gelen Kudüs Kralı Baudouin'i ve şövalyelerini esir ederek zincire vurdu ve hepsini Harput kalesinde hapsetti.Büyük Selçuk Sultanı tarafından "Müslüman Orduları Başkumandanı" tayin edildi. Kendisine "Gazi" unvanı verildi. 1124 yılında Suriye'de, Membiç Kalesi’nin kuşatması esnasında kaleden atılan bir okla şehit düşmüştür. Halep'te bulunan Hz İbrahim Makamı'nın yanına defnedilmiştir.BİR KEMALİYE MASALI
Ege ve Akdeniz kıyıları güneşin peşinde koşanları çağırırken memleketin farklı ve efil efil esen köşelerine gitmek isteyenler rotasını Doğu’ya çevirebilir. Yolum Munzur Dağları eteklerine düştüğünde Murat Suyu’nu geçerek vardığımız Kemaliye’nin etkileyici doğası karşısında insanın neredeyse nutku tutulmuştu. Buranın gezginlere gösterecek çok şeyi var. Dağların enginliği karşısında, biz insanların toz zerresi kadar olduğunu hissetmek de bu rotanın bonusu.
Kapsamlı bir rotanın parçası olduğu için uzun ve yorucu sayılabilecek bir yolculuktan sonra vardık Kemaliye’ye… Osmanlı döneminde, eşlerini gurbete gönderen kadınların yazdığı manilerden oluşan tabelalar tüm yolu selamlıyor. Bir tanesinde şöyle yazıyordu: “Sen gideli zindan oldu şu Eğin/Seher vakti kabul ola dileğin/İnip hasbahçeye bir gül koparmam/Çarpıp oynamasın dertli yüreğim.” Maniler, hasret ve özlem yüklü, zaman zaman sitemkâr ama hep sevgi temelinde yazılmış ve hatıralarına binaen yollara asılmış. Okuya okuya yürüyüp o dönemi düşünüyorsunuz ister istemez, hayatın getirdiği zorlukları, ayrılıkları da...
Manide adı geçen Eğin, Kemaliye’nin eski adı. Eğinliler, Kurtuluş Savaşı döneminde Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf çekerek, 500 atlıyla emirlerinde olduklarını bildirince, savaştan sonra Atatürk, bu bölgenin isminin Kemaliye olarak değiştirilmesini teklif eder, bölge halkı da kabul eder. O zamanın küçük bir kasabası olan ve adı türkülerde dillendirilen Eğin’in sofa, divanhane ve odalardan oluşan ve genelde dört katlı olarak tasarlanan evleri yamaçlara sıralanmış.Oldukça korunmuş ve birçok örneği günümüze kadar ulaşan evlerden bir tanesini gezme imkânımız oldu. Evin kapısında atlara binilen, binektaşlarının olduğu konak tipi evlere taşlıklı bir avludan giriliyor. Sonra solda geniş bir oda sizi karşılıyor. Merdivenin hemen altında, eski usul bir ocakta misafirlere kahve ikram ediliyor. Üst katlardaki odalarda geleneksel yaşamın izlerini gösteren yüklükler, gaz lambalarının konduğu küçük bölmeler ve mutfak kısmı var. Bir oda tamamen gıda deposu olarak ayrılmış. Eskiden evin hanımı, o gün ne yemek yapılacağına karar verdiğinde, gelinleri çağırıp o depodan malzemeyi elleriyle teslim eder ve yemeğin yapılmasını sağlarmış. Anadolu’da her memlekette olduğu gibi misafir kültürünün ön planda olduğunu anlıyoruz.
Ceviz ve dutla lök yapılıyorKemaliye evleri, mağ adı verilen 3-3,5 metrelik bir aks sistemiyle yapılır ve her evin bahçeye ya da sokağa açılan bir kapısı olurmuş. Evlerin şu an işlevselliğini yitiren bir önemli özelliği de rıhtım döşeme yani taş kaplama damların tarımsal ürünlerin işlenmesi ve kurutulması amacıyla kullanılması. Bölgenin bu anlamda en önemli ürünleri ceviz ve dut olarak ön plana çıkıyor. Bu iki önemli besin maddesi, adına lök denen bir ürün olarak Kemaliye’nin alameti farikası haline gelmiş. Kemaliye’de Mani Yolu’ndan biraz daha aşağıya doğru yürüdüğünüzde karşınıza Lökhane isimli bir mekân çıkacak. Burada soluklanıp hem çay-kahve içebilir hem de löklerin tadına bakabilir, satın alabilirsiniz. Lök ustası “Dutu güneşte kurutup daha sonra değirmenlerde un haline getiriyoruz ve cevizle dövme makinesinde yaklaşık 2,5-3 saat dövüyoruz. İçerisinde dutun tatlılığı, cevizin de yağı var” diyerek bu lezzetin tarifini verirken, bu geleneğin hâlâ sürdürülmesine seviniyorsunuz.
‘Orda bir köy var uzakta’
Sırakonaklar Köyü. Bu köy, Kemaliye merkezden daha çok korunmuş, otantik yapının tamamen görülebildiği, tepelerden etrafı seyredebileceğiniz bambaşka bir nokta. Sırakonaklar’dan komşu Apçağa Köyü’ne bir dostluk yürüyüş yolu yapılmış. Yukarıdan aşağıya, tehlike arz etmeyen ama mevsiminde binbir çeşit çiçeğin görülebileceği bir rotadan köye doğru yürüyoruz.
Apçağa Köyü’nün hikâyesiyse bambaşka. Şair Ahmet Kutsi Tecer’in “Orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür, gezmesek de tozmasak da o köy bizim köyümüzdür” şiirinin ta kendisidir Apçağa Köyü. Köy meydanında küçük bir fırın, bakkal ve çay ocağı var; özellikle bahar ve yaz döneminde turistler burayı ziyaret ediyor, yerliler de yavaş yavaş gelip evleri açıyorlar. Ayrıca bu köyde de yine Ahmet Kutsi Tecer Kültür Evi var, ziyaret edilebiliyor. Tarihi dokunun ve doğal güzelliğin yaşatıldığı bu iki köy, Kemaliye’nin görülmesi gereken noktaları.Fırat’a doğru yol alıyoruz. Karanlık Kanyon adı verilen bölge, bir anlamda içeri hapsolmuşluğun fotoğrafı gibi. Ama bölge halkı, 1870’lerde, ellerinde kazma küreklerle, İç Anadolu’ya bağlanmak için, Taş Yol dedikleri çalışmayı başlatmışlar. Yaptıkları şey bugünün imkânlarıyla baktığınızda inanılmaz. Bildiğiniz geçit vermez, sarp dağlara tüneller açılmış, yollar yapılmış. Bu o kadar uzun sürmüş ki... Ama bölge halkı bu sevdadan vazgeçmemiş, nihayetinde 2002’de devletin de desteğiyle tamamlanmış. Bugün o yollar kullanılmıyor, alternatif bir güzergâhla Erzincan’a bağlanıyor, haliyle daha kolay ulaşmak. Tabii kanyona gelmişken bu olağanüstü çalışmayı görmek bir taraftan insanı ürkütüyor bir taraftan da insanların azmine hayran oluyorsunuz. Kanyonu görmenin diğer alternatifi de tekne gezileri. Tünellerin yanı başındaki tesislerde tekneler kiralayıp Fırat’ı hissedebiliyorsunuz. Şanslıysanız dağlarda keçileri de görmeniz mümkün.HARRAN’DA MİSTİK ZAMANLARA YOLCULUK
Harran’da mistik zamanlara yolculuk... Konik evlerin gizemi
İnsanlık tarihinin en eski yaşam izlerinden örnekler barındıran Harran, gizemli efsanelerle yüklü tarihi, ilginç, kubbeli evleri ve renkli insanlarıyla unutulmaz bir seyahat deneyimi sunuyor.
Şanlıurfa’da tarihi yerleşimlerin arasından geçip Eski Harran’a doğru ilerlerken bambaşka bir gezegene gelmiş gibi bir hisse kapılıyorum. Bir gündüz düşü değil gördüğüm. ‘Peygamberler şehri’nden Harran’a uzanan 44 kilometrelik yol, uçsuz bucaksız bir ovanın ortasında, karınca yuvalarını andıran kubbeli evlerle pamuk ve başak tarlaları eşliğinde uzayıp gidiyor. Pullu giysiler giymiş Harranlı kadınlara rastlıyorum. Kimi coğrafyalarının tonlarına, kimi büyük bir heyecanla anlattıkları Doğu masallarına özgü canlı renklere bürünmüş... Efsanelerde anlatılan Eski Harran canlanıyor gözümde. Egzotik hayvanları barındıran ormanlar, serin asma bahçeleri, verimli topraklar... Galiba Doğu’nun mistik zamanlarının ortasındayım artık...-
‘Göklerin şehri’Akdeniz’le Ortadoğu’yu birleştiren yol üzerinde önemli bir durak olan Harran’da, yerleşimin MÖ 5000’den 13’üncü yüzyıla kadar kesintisiz olarak sürdüğü biliniyor. Burası çivi yazılı tabletlerde ‘kervan’ ve ‘göklerin şehri’ anlamına gelen ‘harranu’ olarak anılmış. Kalesini Hititler, surlarını Asurlar yaptırmış. Gezegenler, burada yaşayan halklar tarafından Tanrı kabul edilmiş. Yanı başındaki Urfa’nın eğitim ve güzellik bahçesi olmuş. Ortaçağdaysa İslam dünyasının bilim ve düşünce merkezi haline gelmiş. Moğollar tarafından istila edilince bir daha altın çağını yakalayamamış ve hep masallarıyla avunmuş. Güneş’in yılın 300 günü sıcak yüzünü esirgemediği Harran, her yıl hatırı sayılır miktarda ziyaretçiyi kendine çekiyor. Astronomiyle ilgilenenleri ve arkeologları cezbeden ören yerlerinden biri. Bölgede bugün de semavi dinler tarafından kutsal sayılan mabetler, mağaralar ve çeşitli izler bulmak da zor değil. Harran’ın eski kent merkezini çevreleyen, yaklaşık dört kilometre uzunluğundaki surların 187 burcu olduğu biliniyor. Batıda Halep, kuzeyde Anadolu, doğuda Arslanlı, Musul ve Bağdat ve güneyde Rakka olmak üzere altı kapısı bulunan surların sadece Halep kapısı günümüze dek gelebilmiş. Surların devamını oluşturan Harran Kalesi çeşitli dönemlerde hükümdarlık sarayı olarak kullanılmış.
Harran höyüğünün kuzeydoğu eteğindeki Ulu Cami’yse Anadolu’nun en eski, en büyük ve ilk revaklı, avlulu ve taş süslemeli camisi kabul ediliyor. Mabedin sütun başları, İslam’ın taş süsleme sanatının şaheserleri arasında gösteriliyor. Caminin kitabeli doğu duvarı, kıble duvarı, mihrabı, kemer taşları ve minaresi bugün bile ayırt edilebiliyor. Caminin minaresi geçmişte gözlemevi olarak kullanılmış. Cami bazı kaynaklarda ‘cennetin kapısı’ olarak anılıyor. Harran, 1271’deki Moğol saldırısıyla yakılıp yıkılana kadar Anadolu ve Ortadoğu’nun en önemli bilim merkezlerinden biri olmuş.
Taç kapılı bir camiKentin güneydoğusundaki kale şehir surlarının devamını oluşturuyor. İnşa tarihi tam olarak bilinmeyen, ancak 1059’da Fatımiler tarafından yenilenen üç katlı kale, çeşitli dönemlerde saray olarak kullanılmış. Tarihi kentin tam ortasındaki Harran Höyüğü’nde ilk arkeolojik araştırmalara, 1951’de Türk - İngiliz ortak kazılarıyla başlanmış. Uzun yıllar kaderine terk edilen höyüğün değeri, 1980’lerde yeniden anlaşılmış. 1983’te tekrar başlatılan kazı çalışmaları sonunda, MÖ 3000’li yıllardan 13’üncü yüzyıla kadar uzanan devirlere ait çeşitli buluntular ortaya çıkarılmış. Kenti çevreleyen surların hemen dışında, İslam tarihinden kalma anıt taşlarıyla dikkat çeken iki tarihi mezarlık mevcut. Kent surlarının kuzeybatısındaysa 12’nci yüzyılda Harran’da yaşamış İslam bilgini Şeyh Hayat Türbesi var. Türbenin bitişiğinde taç kapılı bir cami göze çarpıyor. Harran’ın kutsal ziyaret yerlerinden biri olan Yakup Peygamber Kuyusu surların kuzeybatısında.





