Aile terapisti Virginia Satir, söylediği gibi çoğunlukla insanların hayatta kalma iradesinin en kuvvetli içgüdü olduğu düşünülür, fakat bu doğru değildir. En kuvvetli içgüdü, olayların bildik kalmasını sürdürmektir. Virginia’nın haklı olduğu ortaya çıktı. Ölen ya da kendilerini bir başkası için terk eden eşlerinin yokluğunda yaşama düşüncesiyle yüzleşemedikleri için kendilerini öldürmeyi düşünen insanlar tanıdım. Olayların nasıl farklı olabileceğini düşünmek bile onların korkuyla dolup taşmalarına yol açıyordu.
Bunu bir nedeni vardır. Dünyaya dair bir modeller oluşturduğumuz yollardan biri genelleştirme sayesinde gerçekleşir. Şeyleri bildik kılmak sayesinde ayakta kalırız ve gelişiriz. Fakat, biz aynı zamanda kendimiz için sorunlar yaratırız.
Siz binlerce insanla el sıkışırsınız ve her seferinde bu tamamen yeni bir el sıkışma olmasına rağmen bu yeni bir el sıkışma olmasına rağmen bu yeni bir olay değildir. Bir şekilde, siz bunu ‘’aynı’’ kıldınız. Bu beyninizde ‘’el sıkışma’’ bölümünde dosyalanmıştır.
Fakat eğer Japonya gibi geleneklerin farklı olduğu bir ülkeye giderseniz ve elinizi uzatırsanız karşınızdaki kişi bunu yerine size selam verirse, bu söz konusu kalıbı tamamen kırar. Bu yeni durumda nasıl davranmanız gerektiğini tasavvur etmek için duyularınıza geri dönmelisiniz. Fakat bunu, bu şekilde işlediği düşünülür. Biz gerçekte doğru biçimde düşündüğümüzde her şeyi sadece artık işlevi yerine getirmeyene dek bildik kılarız. Sonra onu yeniden gözden geçiririz ve düşünme tarzımızı yeniden düzenleriz.
Bazen, buna rağmen, bir şeyi bildik kılarız ve o şey artık işlevini yerine getirmese bile, bunu sürdürürüz ve işte tam da bu sırada o yaşamlarımızı işlevsiz kılmaya başlar. Söz konusu durumu yeniden tanımlamak ve yeni bir davranışla ortaya çıkmak yerine, biz aynı şeyi yapmayı sürdürürüz. İnsanlar son derece rahatsız durumlarda kalmayı sürdürürler çünkü buna alışmışlardır. Tercihlere sahip olabileceklerinin farkında değildirler. Kendilerini aldatan, eşi terk ettikleri zaman, yaşamlarının geri kalan kısmında yalnız kalmak onları öyle korkutur ki bilindik alanlarında değişiklik yapmayı redederler.
Bunu bir nedeni vardır. Dünyaya dair bir modeller oluşturduğumuz yollardan biri genelleştirme sayesinde gerçekleşir. Şeyleri bildik kılmak sayesinde ayakta kalırız ve gelişiriz. Fakat, biz aynı zamanda kendimiz için sorunlar yaratırız.
Siz binlerce insanla el sıkışırsınız ve her seferinde bu tamamen yeni bir el sıkışma olmasına rağmen bu yeni bir el sıkışma olmasına rağmen bu yeni bir olay değildir. Bir şekilde, siz bunu ‘’aynı’’ kıldınız. Bu beyninizde ‘’el sıkışma’’ bölümünde dosyalanmıştır.
Fakat eğer Japonya gibi geleneklerin farklı olduğu bir ülkeye giderseniz ve elinizi uzatırsanız karşınızdaki kişi bunu yerine size selam verirse, bu söz konusu kalıbı tamamen kırar. Bu yeni durumda nasıl davranmanız gerektiğini tasavvur etmek için duyularınıza geri dönmelisiniz. Fakat bunu, bu şekilde işlediği düşünülür. Biz gerçekte doğru biçimde düşündüğümüzde her şeyi sadece artık işlevi yerine getirmeyene dek bildik kılarız. Sonra onu yeniden gözden geçiririz ve düşünme tarzımızı yeniden düzenleriz.
Bazen, buna rağmen, bir şeyi bildik kılarız ve o şey artık işlevini yerine getirmese bile, bunu sürdürürüz ve işte tam da bu sırada o yaşamlarımızı işlevsiz kılmaya başlar. Söz konusu durumu yeniden tanımlamak ve yeni bir davranışla ortaya çıkmak yerine, biz aynı şeyi yapmayı sürdürürüz. İnsanlar son derece rahatsız durumlarda kalmayı sürdürürler çünkü buna alışmışlardır. Tercihlere sahip olabileceklerinin farkında değildirler. Kendilerini aldatan, eşi terk ettikleri zaman, yaşamlarının geri kalan kısmında yalnız kalmak onları öyle korkutur ki bilindik alanlarında değişiklik yapmayı redederler.