ACI VEREN TRABZON TARİHİ!
İsmail Fandaklı
Bir lokma damak tadındaki Trabzon'u bizlere bırakanların sunduğu güzelliklerle büyüdü bizim kuşak. Ne yazık ki, bizden sonrakiler modern, yaşanılabilir ve mutlu mekanlarla süslü antik kenti ancak fotoğraflarda görüp, kitaplarda okuyabiliyor.
Yamaçlara tutunurdu oyun kuran çocuklar bizim zamanlarımızda. Denizin sertliği ve dalgakırandan alırdı horonun ritmini delikanlılar. Alabos kıyılarını, dağlarını ise rengarenk giysileriyle horona durmuş genç kızlar titretirdi.
Kemençe girmezdi çiçeklerle süslü, limon kokulu, bahçeli evlerle dizili dar sokaklarına. Birçok evden ud ve hanendelerin bülbül sesleri, mahallelinin ruhunu okşardı akşamın ılık rüzgarlarıyla birlikte…
Adım başı su kaynakları, pınarları, tarihi çeşmeleri; yılın her mevsiminde bulunan sebze ve meyvelerle bereket yağdırıyordu ihanete uğramadığı yıllarda.
Hangi tepeye çıksanız, ormanlarla dolu, büyüleyici sarp dağlar, yemyeşil sebzeler, her türden yabani çiçek ve meyvelerle dolup taşan yamaçlar eğilirdi önünüzde.
Dağlardaki su kaynakları gibi, balık kaynıyordu Karadeniz'in azgın suları; saymakla bitmeyen çeşitleriyle kırık sofraların vazgeçilmeziydi mevsimine göre her daim.
Saymakla bitmeyecek türden güzelliklerinin birçoğuna yetişebildiğimiz için kendimizi bu yüzden şanslı hissediyoruz. Ama hepsi o kadar… Çünkü!.. Bulduklarımız, yani bize emanet edilenleri koruyamadık, kollayamadık; kalan birkaç güzelliği de yok etme yarışı devam ediyor! Şanslı olmak yetmiyor, yetmez de… Bize emanet edilen antik kenti, gelecek kuşaklara sağlıklı bir biçimde bırakamamanın acısı, üzüntüsü çok fazla… Bizler de, kalan ömrümüzü, geçmişe olan özlemimiz ve hayıflanmalarımızla tamamlayacağız sanırım.
Antik kent Trabzon'un gerçek tarihi ne yazık ki, eldeki verilere göre henüz tam olarak bilinememektedir. O nedenle, "M. Ö. 756 (Milet - Pontus)" deyip, tarihe not düşmüş bilim insanları. Sonrasında "Roma - Bizans (M.Ö. 63 - M. S. 1204), Komnenler (1204 - 1461) ve devamında da Osmanlı Dönemi" diye adlandırılmış. Oysa ki, Prof. Dr. Kılıç Kökten, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle Samsun'dan Rize sınırına kadar olan bölgede yaptığı araştırmada, Trabzon ve çevresinde üçü doğal, toplam otuz dört mağara bulmuştur. 1942'de tamamlayıp, 1944'te raporunu yazdığı bu araştırmada, çok ilginç bulgulara rastlandığını belirtmiştir.
Erdem Yücel de, söz konusu rapora atıfta bulunarak "Trabzon" adlı eserinde, "Trabzon Tarihi" ile ilgili kısaca şu bilgiyi aktarıyor:
"Trabzon yöresindeki yerleşmenin M.Ö. yetmiş bin yıllarında Paleolitik Çağda başladığı bazı buluntulardan öğrenilmektedir. Prof. Dr. Kılıç Kökten, 1944'te Samsun - Rize arasında yaptığı yüzey araştırmalarında bazı mağaralarla karşılaşmış ve buralarda da Erken Tunç Çağı'na tarihlenen seramikleri bulmuştur. Strabon, Tibarien veya Chundiaire isimli kavimlerin yörede yaşadıklarına değinerek, Trapesusus (Trabzon), Carassus (Giresun)'un yörenin belli başlı limanları olduğunu belirtmiştir. Bunun yanı sıra Thermisoyre (Terme) civarında yaşayan Amazonlardan da söz etmiştir."
İsterseniz antik kent Trabzon'un tarihini bilim insanlarının yapacağı araştırmalara bırakıp; tekrar yaşanmışlıkların ve yaşadığımız mutlulukların nasıl acılara dönüştüğüne dönelim.
Bizim dünyaya gelişimiz, aile büyüklerimizin yaşadığı, antik kentin uzağında, Meydan-ı Şarki'de oldu. Burası; Gazipaşa Mahallesi, Merdivenli Sokak, numara 10. Bizler; bahçeli, iki buçuk katlı taş evin geniş bahçesinin girişinde yer alan bahçe kapısını aralayıp antik kentin sokağına ilk baktığımızda henüz ilk adımlarımızı yeni yeni atmaya başlamıştık.
O yıllarda sinema kültürü, akşam fasılları, ramazan eğlenceleri asla unutulmaz. Aslında bütün bunlar başlı başına ayrı ayrı birer yazı konusu. 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim milli bayramlarının tadına, coşkusuna asla doyum olmazdı. 10 Kasımların matemi, her seferinde Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e olan minnettarlığımızın göstergesiydi.
Mahallemiz, Uzunsokak, Hacıkasım, Yenicuma ve Meydan çevresi, kişiliğimizin şekillenmesinde daha çocuk yaşlardan başlayarak çok önemli bir öneme sahiptir. Trabzon'un pruvası Ganita ile başlayan, yeni yaşlar aldıkça Çömlekçi Limanı ile devam eden, adımlarımız büyüdükçe 100. Yıl Parkı ve Söğütlü'ye kadar uzanan deniz sefalarımız…
Günümüzde hangimiz, çocuklarımız ya da torunlarımıza bütün bu güzellikleri yaşadığımızı anlatıp, inandırabiliriz? Fotoğraflarla, yazılı kaynaklarla ispatlamaya çalıştığımızda da, haklı olarak, bizleri ihanetle suçluyorlar.
Dokunamıyoruz, dokunacak güzellik kalmadı… Konuşamıyoruz; konuşacak, anlatacak, hatta yeni nesillere aktaracak hiçbir şey yok…
Ne acı değil mi antik kent Trabzon'un tarihine dokunmak!..
Kokusu, dokusu, anıları, yapıları, verimli arazileri, çeşit çeşit meyve ve çiçeklerle süslü tarihi evlerin önündeki bahçeleri, eşsiz güzelliklerle bir gerdanlık gibi süslenmiş boydan boya kumsalları, kıyıları…
Sahi; Gamboz Çayırı'ndan Galanima Deresi'ne kadar kaç metrelik sahil ve kumsalımız kaldı?
Ya tarihi konaklar!..
Ne sabahın seher yeliyle göz kırparak doğuşu, ne de akşamın hüznüyle denizle sevişerek vedalaşması hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak çünkü, "Güneş Ülkesi"nin güneşi soldu!
Keşke kalanları koruyabilsek…
İsmail Fandaklı
Bir lokma damak tadındaki Trabzon'u bizlere bırakanların sunduğu güzelliklerle büyüdü bizim kuşak. Ne yazık ki, bizden sonrakiler modern, yaşanılabilir ve mutlu mekanlarla süslü antik kenti ancak fotoğraflarda görüp, kitaplarda okuyabiliyor.
Yamaçlara tutunurdu oyun kuran çocuklar bizim zamanlarımızda. Denizin sertliği ve dalgakırandan alırdı horonun ritmini delikanlılar. Alabos kıyılarını, dağlarını ise rengarenk giysileriyle horona durmuş genç kızlar titretirdi.
Kemençe girmezdi çiçeklerle süslü, limon kokulu, bahçeli evlerle dizili dar sokaklarına. Birçok evden ud ve hanendelerin bülbül sesleri, mahallelinin ruhunu okşardı akşamın ılık rüzgarlarıyla birlikte…
Adım başı su kaynakları, pınarları, tarihi çeşmeleri; yılın her mevsiminde bulunan sebze ve meyvelerle bereket yağdırıyordu ihanete uğramadığı yıllarda.
Hangi tepeye çıksanız, ormanlarla dolu, büyüleyici sarp dağlar, yemyeşil sebzeler, her türden yabani çiçek ve meyvelerle dolup taşan yamaçlar eğilirdi önünüzde.
Dağlardaki su kaynakları gibi, balık kaynıyordu Karadeniz'in azgın suları; saymakla bitmeyen çeşitleriyle kırık sofraların vazgeçilmeziydi mevsimine göre her daim.
Saymakla bitmeyecek türden güzelliklerinin birçoğuna yetişebildiğimiz için kendimizi bu yüzden şanslı hissediyoruz. Ama hepsi o kadar… Çünkü!.. Bulduklarımız, yani bize emanet edilenleri koruyamadık, kollayamadık; kalan birkaç güzelliği de yok etme yarışı devam ediyor! Şanslı olmak yetmiyor, yetmez de… Bize emanet edilen antik kenti, gelecek kuşaklara sağlıklı bir biçimde bırakamamanın acısı, üzüntüsü çok fazla… Bizler de, kalan ömrümüzü, geçmişe olan özlemimiz ve hayıflanmalarımızla tamamlayacağız sanırım.
Antik kent Trabzon'un gerçek tarihi ne yazık ki, eldeki verilere göre henüz tam olarak bilinememektedir. O nedenle, "M. Ö. 756 (Milet - Pontus)" deyip, tarihe not düşmüş bilim insanları. Sonrasında "Roma - Bizans (M.Ö. 63 - M. S. 1204), Komnenler (1204 - 1461) ve devamında da Osmanlı Dönemi" diye adlandırılmış. Oysa ki, Prof. Dr. Kılıç Kökten, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle Samsun'dan Rize sınırına kadar olan bölgede yaptığı araştırmada, Trabzon ve çevresinde üçü doğal, toplam otuz dört mağara bulmuştur. 1942'de tamamlayıp, 1944'te raporunu yazdığı bu araştırmada, çok ilginç bulgulara rastlandığını belirtmiştir.
Erdem Yücel de, söz konusu rapora atıfta bulunarak "Trabzon" adlı eserinde, "Trabzon Tarihi" ile ilgili kısaca şu bilgiyi aktarıyor:
"Trabzon yöresindeki yerleşmenin M.Ö. yetmiş bin yıllarında Paleolitik Çağda başladığı bazı buluntulardan öğrenilmektedir. Prof. Dr. Kılıç Kökten, 1944'te Samsun - Rize arasında yaptığı yüzey araştırmalarında bazı mağaralarla karşılaşmış ve buralarda da Erken Tunç Çağı'na tarihlenen seramikleri bulmuştur. Strabon, Tibarien veya Chundiaire isimli kavimlerin yörede yaşadıklarına değinerek, Trapesusus (Trabzon), Carassus (Giresun)'un yörenin belli başlı limanları olduğunu belirtmiştir. Bunun yanı sıra Thermisoyre (Terme) civarında yaşayan Amazonlardan da söz etmiştir."
İsterseniz antik kent Trabzon'un tarihini bilim insanlarının yapacağı araştırmalara bırakıp; tekrar yaşanmışlıkların ve yaşadığımız mutlulukların nasıl acılara dönüştüğüne dönelim.
Bizim dünyaya gelişimiz, aile büyüklerimizin yaşadığı, antik kentin uzağında, Meydan-ı Şarki'de oldu. Burası; Gazipaşa Mahallesi, Merdivenli Sokak, numara 10. Bizler; bahçeli, iki buçuk katlı taş evin geniş bahçesinin girişinde yer alan bahçe kapısını aralayıp antik kentin sokağına ilk baktığımızda henüz ilk adımlarımızı yeni yeni atmaya başlamıştık.
O yıllarda sinema kültürü, akşam fasılları, ramazan eğlenceleri asla unutulmaz. Aslında bütün bunlar başlı başına ayrı ayrı birer yazı konusu. 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim milli bayramlarının tadına, coşkusuna asla doyum olmazdı. 10 Kasımların matemi, her seferinde Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e olan minnettarlığımızın göstergesiydi.
Mahallemiz, Uzunsokak, Hacıkasım, Yenicuma ve Meydan çevresi, kişiliğimizin şekillenmesinde daha çocuk yaşlardan başlayarak çok önemli bir öneme sahiptir. Trabzon'un pruvası Ganita ile başlayan, yeni yaşlar aldıkça Çömlekçi Limanı ile devam eden, adımlarımız büyüdükçe 100. Yıl Parkı ve Söğütlü'ye kadar uzanan deniz sefalarımız…
Günümüzde hangimiz, çocuklarımız ya da torunlarımıza bütün bu güzellikleri yaşadığımızı anlatıp, inandırabiliriz? Fotoğraflarla, yazılı kaynaklarla ispatlamaya çalıştığımızda da, haklı olarak, bizleri ihanetle suçluyorlar.
Dokunamıyoruz, dokunacak güzellik kalmadı… Konuşamıyoruz; konuşacak, anlatacak, hatta yeni nesillere aktaracak hiçbir şey yok…
Ne acı değil mi antik kent Trabzon'un tarihine dokunmak!..
Kokusu, dokusu, anıları, yapıları, verimli arazileri, çeşit çeşit meyve ve çiçeklerle süslü tarihi evlerin önündeki bahçeleri, eşsiz güzelliklerle bir gerdanlık gibi süslenmiş boydan boya kumsalları, kıyıları…
Sahi; Gamboz Çayırı'ndan Galanima Deresi'ne kadar kaç metrelik sahil ve kumsalımız kaldı?
Ya tarihi konaklar!..
Ne sabahın seher yeliyle göz kırparak doğuşu, ne de akşamın hüznüyle denizle sevişerek vedalaşması hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak çünkü, "Güneş Ülkesi"nin güneşi soldu!
Keşke kalanları koruyabilsek…