HOŞGÖRÜNÜN BAŞKENTİ HATAY YOLUNDAHOŞGÖRÜNÜN BAŞKENTİ HATAY YOLUNDA
İsmail Fandaklı Gazeteci - Yazar
Trabzon Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'nun organizasyonunda Hatay'a varmak üzere 29 Ekim 2022 Pazar günü saat: 09.30'da Trabzon'dan yola çıkıyoruz.Yolumuz oldukça uzun… Zigana Dağı'nı aşıp Gümüşhane, Sivas, Kahramanmaraş, Hatay, Adana, Tarsus, Mersin, Nevşehir ve Kapadokya'yı gezdikten sonra, başkent Ankara'da Atamızı ziyaret edip gezimizi sonlandıracağız.Sabah kahvaltısı için Zigana Kral Park Tesisleri'nde konaklayıp, zaman kaybetmeden yolumuza devam ettik. Şiran yolu üzerinden rotamızı Sivas'a çevirdik. Gümüşvadi Tüneli'nden sonraki vadide kafilemizi tam bir renk cümbüşü karşıladı.Beton çıbanlarının işgalinden uzak Kalecik'teyiz. Bozkırın bakir güzelliği insanı adeta büyülüyor. Kalecik hanlarından kalan birkaçı bize eskileri anımsatıyor.Tersun Geçidi'nde güneşin, sabahın erken saatleri için nadasa bıraktığı kuz yerlerdeki kırağı, sonbahara "Elini çabuk tut" der gibiydi.Çağıl'da, şeker pancarı tarlalarının boş olması oldukça üzücü. Erzincan Şeker Fabrikası kapandıktan sonra, vatandaş, ürettiği ürünü satacak yer bulamayınca, bu üründen vazgeçmiş.Otobüsümüz Şiran'dan geçerken, sol taraftaki "Kadın Yaşam Merkezi" bir anda gözümüze ilişti. Ne hoş dimi? Hem de Şiran'da… Emeği geçenleri kutlamak gerek.Tamara Şelalesi'ne uğramadan geçip Güreş Köyü'ne varıyoruz. Vadi içlerindeki derelerin bazılarında bir damla su bile yok!.. Üzülerek yolumuza devam ederken,Yenice Köyü ve yerleşim merkezinin bulunduğu vadinin güzelliği bizleri adeta büyülüyor.Karayakup Köyü'nü geçiyoruz… Yola çıkışımızdan itibaren bizi takip eden güneş, artık önümüzde, kafilemize yol gösteriyor!.. Gökyüzünde kartalların dansı, güneş ışınlarının kesintisiyle belli belirsiz devam ediyor.Bozat Köyü, Gölova ve Dikköy ardı ardına geçiliyor. Gökyüzünün aydınlığı; güneşin, sonbahar mevsimine rağmen sonsuz cömertliğinde vadilerin yeşilliği ile tepelerin çıplaklığı arasında göz gezdiriyoruz.Sivas Akıncılar'a vardığımızda ikinci molamız, özellikle benim için çay, kafiledekilerin çoğunluğu için ise zorunlu ihtiyaç içindi!..Yağlıçayır'dan geçerken, mısır tarlalarının bolluğu yanında, bölgedeki kuraklık ve su sorunu çok net bir biçimde göze batıyor.Yaşadığımız antik kent Trabzon'da, sırtımızdaki beton sütunlarından bir an kurtulup, Anadolu'nun eşsiz güzelliklerle bezenmiş vadilerine varınca, derin bir "ohhh!" çekmemek elde değil.Yeşilin henüz yüzleşip tanışmadığı, sevişip öpüşmediği tepelerin eteklerine tutunmuş ağaççıklar, on yıllar sonra geniş ormanlara dönüşmek için inatla büyümeye çalışıyor.Vadi içlerindeki patikalarla el ele, omuz omuza duran kayalıklar, dimdik gökyüzüne uzanırken, bedenlerinde tırmanan yaban keçileriyle oldukça barışık. Aracımızı gören keçiler, belli ki bizi tanımadı; nazlı, alıngan ve ürkek davranışlarla tepelere doğru kaçışmaya başladı!..Bozkır Köyü'ne varıncaya kadar hayranlıkla izlediğimiz, sonbaharın, renk senfonisiyle bizlere sunduğu sonsuz güzelliklerle yol alıyoruz.Tödürge Gölü, Hafik ilçesi ve Emre Köyü geride kaldı. Sivas şehir merkezine yaklaştıkça tepeler ve dağlar, bütün çıplaklığı ile bizleri karşılıyor. Bir Sivas türküsü tutturmuşum, hüzünlü ve yüreğim sızlayarak; "Sıvasın yollarına …" diye… Ah yollar!.. Yollar, beni çağırıyor… Sivas, ne zaman usuma düşse, havadaki duman kokusu yükselirken, yüreğimin sızısını bir türlü bastıramam…Sivas'ta yemek molası veriyoruz. "Sivas Has Döner" ekibi, kafilemizi güler yüz ve samimiyetle karşılayıp, konukseverliğini gösteriyor. Yemek sonrası Maraş üzerinden konaklayacağımız Hatay'a doğru, gecenin karanlığını delen ay ışığının aydınlattığı tepeleri izleyerek yol alıyoruz.İlk konaklayacağımız Hatay'a varmadan, Kahramanmaraş'a uğramadan geçmek olmazdı. Maraş'ta bir "Trabzon Caddesi" var ve onca yola gidip, yaşadığımız kentin adını taşıyan caddeyi adımlamadan geçemezdik.Otobüsü, Trabzon Caddesi'nde uygun bir yere park edip, Maraş dondurması yemek için topluca meşhur Yaşar Pastanesi'ne gidiyoruz. Müzeyi andıran pastanede, işyeri sahipleri ve çalışanlarla tanışıp sohbet ediyoruz. Birçok yaşanmış öyküyü beraberinde taşıyan onca eski eşyadan oluşan işyeri, adeta müzeyi andırıyor. Bu arada, "Trabzon Caddesi" yazan tabela önünde fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmiyoruz.Kalan yolumuz uzun, bir an önce devam etmemiz gerekiyor. Otobüsümüzün yanına gidiyor ve Hatay'a varmak üzere yola devam ediyoruz. Kırıkhan'ı geçince, karşımızda Lazkiye / Ladikiye'nin ışıkları karınlığın içinden bizlere göz kırpıyor.Hatay'a vardığımızda, saat gece yarısını çoktan geçmişti. Saat birde otele giriş yaptığımızda kafilemizin tamamı bir an önce uyuyup dinlenmek için odalarına çekiliyor. Sabahın ilk saatlerinde başlayacak gezi ve incelemelerimiz için iyice dinlenmemiz gerekiyor.
![]()
HOŞGÖRÜNÜN BAŞKENTİ
Gezimizin ikinci günündeyiz. Medeniyetlerin ve hoşgörünün başkenti Hatay'ı yakından görme, inceleme ve tanıklıklarımızı not etmek için bir an önce yola çıkmak istiyoruz.Sabah kahvaltısına oturduğumuzda, Hatay Gazeteciler Cemiyeti Sekreteri Mithat Kalaycıoğlu ile gezi süresince rehberimiz olacak. genç arkadaşımız Abdulhamit Tilki de kafilemize katılıyor. Konakladığımız otelin yakınındaki şelaleyi gezmekle güne başlıyoruz.Hatay, Amik Ovası'nı boydan boya doldurmuş, tarihi bir kent. Bir milyon 650 bin nüfusuna, resmi kaynaklara göre bir de Suriye'den gelen 650 bin (Gerçek rakamlar bir milyonun üzerinde), göçmen katılınca oldukça kalabalık bir şehir olmuş.Kahvaltı sonrası Hataylı meslektaşımız ve rehberimizin öncülüğünde gezimize Samandağı'ndaki Musa Ağacı'ndan başlıyoruz. Buradaki çınar ağacı, oldukça yaşlanmış. Birkaç kişinin yan yana kucaklayamayacağı kadar iri olan ağaç gövdesinin içi boş. Bu boşluk, bir süre berber dükkanı olarak hizmet vermiş. Son yıllarda alınan kararlarla, ağaç gövdesinin içindeki boşluğa giriş yasağı konmuş. Burası, Hatay'ın büyükşehir olmasından sonra mahalleye dönüştürülmüş. Hıdırbey Köyü olarak ün yapan yöre sürekli ziyaretçi akınına uğruyor.Hemen bitişiğimdeki Vakıflar Köyü'ne gidiyoruz. Burada toplam 130 Ermeni yurttaşımız yaşıyor. Köydeki taş yapı evleri görünce, çocukluğumuzdaki Trabzon'u anımsıyor; art arda yıkılan tarihi evlerimizin yerine dikilen beton çıbanlarını düşününce, üzülüyoruz.Vakıflar Köyü'ndeki kilisenin 130 cemaati var. Geçmişte kilisede sürekli hizmet veren papazın ölümünden sonra, yeni atanan papaz, bir hafta İskenderun'da, bir hafta da Vakıflar Köyü'nde cemaatine önderlik ediyor.Ermeni yurttaşlarımızın kurduğu Tarımsal Kalkınma Kooperatifi ile Kadın Kooperatifi, önemli çalışmalar yapıyor. Organik tarıma geçiş ilk kez bu köyde olmuş. Daha sonraki yıllarda organik tarımı sürdürememiş olsalar da, doğal tarım yaparak yaşamını sürdürüyor köy halkı.Vakıflar Köyü'nde ayrıca "Gastronomi Köyü" kurulmuş, yapım aşaması tamamlanmak üzere olan köyün, çok yakın zamanda resmi açılışı yapılacak.Samandağ bölgesi genelde meyve ağaçlarıyla süslü, çok şirin bir kasabayı andırıyor. Özellikle defne ağaçlarının bolluğu dikkatimizi çekiyor. Bolca meyve veren yöredeki defnelerden halk iyi de gelir elde ediyor. Defnenin siyah meyvesi kaynatılıyor, üzerinde oluşan kaymak kısmı alınarak sabun yapılıyor. Ayrıca defne yapraklarından da, yine kaynatılmak suretiyle şampuan yapılıyor. Yöre halkı, birçok meyvenin yanı sıra defneden de oldukça iyi gelir elde ediyor. Hatay, ülkemizin sebze üretiminin neredeyse yüzde yirmi beşini karşılıyor.Trabzon'un Çaykara ilçesine bağlı, birbirine komşu üç köy halkı, Kırıkhan'da 408 Evler Mahallesi'ne iskân edilmiş. 1964'te Ömer Güner'in öncülük ettiği, Çaykara'dan yola çıkan 178 aile, 408 hane olarak Amik Ovası'nın kuzeyindeki Kırıkhan ilçesine getirilip, burada iki ayrı tipte yaptırılan 408 eve yerleştirilmiş. Daha sonraki yıllarda dönemin başbakanı Süleyman Demirel, Afganlıları Hatay'a yerleştirmiş ve bağımsız bir köy oluşturulmuştu.Son dönemde Suriye'de yaşanan savaşlar sonrasında, bir milyonu aşan mültecinin de Hatay'a yerleşmesiyle, oldukça kalabalık bir kent olmuş burası.Vakıflar Köyü'nden ayrıldıktan sonra kent merkezine gidip Arkeoloji Müzesi'ni geziyoruz. Burası, dünyanın en önemli arkeoloji müzelerinden biri… Hatay Arkeoloji Müzesi, 2015'te açılmış. Anadolu tarihinden çok önemli örneklerin yer aldığı müzedeki tarihi eserleri hayranlıkla ve şaşkınlıkla izledik.Hatay gibi benzer özelliklere sahip antik kent Trabzon'un bırakın arkeoloji müzesini, doğru dürüst bir müzesi bile yok!..
OTEL TABANINDAKİ TARİHİ KENT
Antakya'nın neresine gitseniz, hemen her yerden adeta tarih fışkırıyor. Özel girişimci bir vatandaş, otel yapımı için hazırlattığı proje sonrası temel açma çalışmalarına başlayınca, topraktan adeta antik bir kent çıkmış. Arkeolojik kazıların tamamlanmasından sonra, otelin temelinde olduğu gibi korunan antik kentin üzerine beş yıldızlı otel yapılmış: Antakya The Museum Hotel. Otelle St. Pierre Kilisesi karşı karşıya. Buradan da anlaşılıyor ki, otelin altındaki tarihi kent ile kilise, aynı dönem yaşayanlarına ait. Otelin altında tek parça büyükçe bir mozaiğin yanı sıra, altıncı yüzyıla ait eserler de yer alıyor. Ayrıca su kanalları ve hamamlar da çok dikkat çekici.
BİLİNEN EN ESKİ KİLİSE: ST. PİERRE
Rehberimiz öncülüğünde St. Pierre Anıt Müzesi'ne gidiyoruz. Bilim insanlarının, bugüne kadar elde ettiği bulgular üzerinden yaptığı değerlendirmeye göre, gezegenimizin en eski kilisesinin burası olduğu söyleniyor.St. Pierre Kilisesi, Antakya’da Habib-i Neccar Dağı'nda bulunan St. Pierre Kilisesi, doğal bir mağara olup kiliseye dönüştürülmüş. Hz. İsa’nın on iki havarisinden biri olan St. Pierre'nin, Antakya’ya gelerek Hıristiyanlık dinini yaymaya çalıştığı ve burayı bir kiliseye dönüştürerek ilk dini toplantılarını yaptığı, Hz. İsa’nın dinine inanan topluluğun kendisine "Hıristiyan" adının ilk kez burada verildiği bilinmekte. Kilise, Hıristiyanlık açısından özel bir öneme sahip. Her yıl 29 Haziranda Katoliklerin ayin düzenlediği St. Pierre Kilisesi, inanç turizmi açısından oldukça önemli bir konuma sahip. Kilise tabanında, yan neftlerde M.S. 4. ve 5. yüzyıla ait, bir kısmı tahrip olmuş mozaikler bulunuyor. 11. ve 12. yüzyıllarda Mağara Kiliseye sütun ve kemer eklentileri yapılarak üç nefli bir kiliseye dönüştürülmüş.Cehennem Kayıkçısı (Kharon) Kabartması; St. Pierre Kilisesi’nin doğusunda, kiliseye yaklaşık on dakika yürüyüş mesafesinde. Patika yoldan yürüyerek ulaşılan, büst şeklinde olup başında bir örtü olan kabartma, tamamlanamayan portreyi çağrıştırmaktadır. Cehennem Kayıkçısı Kharon, Yunan mitolojisinde, ölülerin ruhlarını Styks Nehri'nden geçirip yeraltı ülkesine götürmekle görevliydi. M.Ö. 2. yüzyılda da şehirde baş gösteren veba salgınına karşı halkı korumakve daha fazla kayıp vermemek için dağın kente en hâkim noktasında kayaya işlenmiş.Hatay'daki gezi ve incelemelerimizin uzun sürmesiyle, öğlen yemeği saatimiz de oldukça sarkmıştı. Yemekten sonra meslektaşımız Mithat Kalaycıoğlu ile birlikte, Hatay Gazeteciler Cemiyeti'ni ziyaret ediyoruz. Bu sırada kafiledeki arkadaşlarımızın bir bölümü, alışveriş için şehir merkezine gidiyor.Yola çıkış saatimiz önceden belirlenmişti ve Adana'ya gitmek üzere yola çıkmak için Hatay kent merkezinde bütün arkadaşlar bir araya geliyoruz. Saat on yedi sıralarında Mithat Kalaycıoğlu ile vedalaşıp Adana'ya gitmek üzere yola çıkıyoruz.
ADANA, MERSİN VECENNET - CEHENNEM OBRUĞU
Belen, İskenderun, Erzin, Ceyhan derken, Adana'ya varıyoruz. Adana'daki gezimiz sabahın erken saatlerinde başlayacak, bu yüzden erken yatmamız gerekiyor. Adana ve Mersin turu, bir günde tamamlanmak zorunda çünkü, akşam saatlerinde Nevşehir yolculuğu başlayacak.Gezimizin üçüncü günündeyiz. Geceyi Adana'da geçirdik. Adanava Hotel'in konuksever personeli bizi nazikçe karşıladı. Otel personelinin hizmetinden oldukça memnun kalan kafilemiz, sabah ilk olarak Sabancı Merkez Camii gezisiyle güne başladı.Adana'nın adeta simgesi haline gelen Taşköprü ve altından yıllardır akmakta olan Seyhan Nehri'ne doğru yol alıyoruz. Arkadaşların büyük bir bölümü katamaranlarla nehirde gezintiye çıktı. Bolca fotoğraf çekebilmek için bizimle birlikte birkaç kişi kenarda kaldı.Taşköprü: Roma dönemi olan ve Seyhan Nehri üzerinde ulunan köprünün M. S. 384'te mimar Auxentus tarafından yaptırıldığı biliniyor. Halen dünyanın şehir içi trafikte kullanılan en eski köprüsü olma özelliğini taşımaktadır.Seyhan Nehri kıyısındaki parkta çaylarımızı içtikten sonra Sinema Müzesi geziliyor.Yolumuz uzun, bir an önce yola çıkmak gerekiyor. Tarsus'a varmak için Adana'dan ayrılıyoruz. Öncelikle bizi makamında bekleyen, hemşehrimiz, Tarsus Üniversitesi Rektörü Orhan Aydın'ı ziyaret etmek üzere üniversiteye gidiyoruz. Toplantı salonunda bizi ağırlayan Rektör Orhan Aydın'la bir süre sohbet ettikten sonra vedalaşıp ayrılıyoruz.Tarsus merkeze vardığımızda ilk iş olarak Makam-ı Danyal Camii'ni ziyaret ediyoruz. Caminin altında adeta bir tarih yatıyor. Günümüze kadar korunarak gelen tarihi hazinenin üzerine kurulan camiyi ziyaret ettikten sonra, yine şehir merkezindeki Eski Cami'ye gidiyoruz. Bu camiye, Cami-i Kilise veya Baytimur Camii denilmekte. M. S. 300'de kilise olarak inşa edilen mabet, 1415'te Ramazanoğlu Şehabettin Ahmet Bey'in Tarsus'u ele geçirmesindensonra camiye dönüştürülmüş. Daha sonraki yapılan tadilatla da minare eklenmiş. Bu caminin hemen yanındaki surlar ve su kemerlerinden geriye kalanlar oldukça dikkat çekici.Rehberimiz Abdulhamit Tilki, kafilemizi doğruca Tarsus'un en eski mahallesine götürüyor. Her sokağı buram buram tarih kokan bu mahallede gezinirken, yaşadığımız antik kent Trabzon'da kaybettiklerimizi anımsıyor ve hayıflanıyoruz. Tarsus'u yönetenler, tarihi mahalledeki evlerin tamamını restore ediyor. Birçok evin yenilenme çalışması tamamlanmış, geri kalanlarda ise restorasyon çalışması devam ediyor.Anadolu'nun en eski kentlerinden biri olan antik kent Trabzon'daki eski evlerin yıkılması özellikle 1950'lerde başlamış. Beton çıbanlarının yükseldiği Trabzon'daki tarihi evler korunabilseydi, insanlık tarihinin yaşayan en eski kentlerinden biri olan Trabzon, dünya markası olurdu.Tarsus'taki incelemelerimizi tamamladıktan sonra Kırkkaşık Bedesteni'ne gidiyoruz. Bir saatlik serbest dolaşım hakkını alan kafiledeki arkadaşlarımızla doğruca Kırkkaşık Bedesteni'ne gidiyoruz.Her dönem hareketli bir ticari merkez olan ve kültürlerin kesişme noktasında bulunan Tarsus'un en önemli tarihi yapılarından biri de Kırkkaşık Bedesteni'dir. Ramazanoğulları Beyliği'nden Piri Paşa'nın oğlu İbrahim Bey tarafından 1579'da yaptırılan Kırkkaşık Bedesteni', ilk dönemlerinde imarethane (aş evi) ve medrese olarak kullanılmış olsa da, Cumhuriyet'ten sonra kapalı çarşı olarak hizmet vermektedir. Geçmişte Beyaz Çarşı olarak da bilinen Kırkkaşık Bedesteni, dikdörtgen plana sahip. Bedesten adını, yapının dış cephesinde bulunan kaşık süslemelerinden alıyor. Kesme taştan inşa edilen binaya batı ve doğu yönündeki iki kapıdan girilebilmektedir. İçerisinde yirmi bir oda bulunan yapı, yedi kubbeden oluşmaktadır. Ayrıca içeriden iki merdivenle çıkılan iki kule oda ve batı yönünde dış cephedeki iki oda ile birlikte oda sayısı yirmi beştir.Mülkiyeti Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne ait olan bedesten, Tarsus Belediyesi tarafından kiralanarak 2004'te restore ettirilmiş. Kırkkaşık Bedesteni, 2005'te tarihi "Kentler Birliği Proje Yarışma Ödülü" almış.Tarsus Belediyesi, 2006'da, turizm alanında gelişme çabası içinde olan kentin hem tanıtımında, hem de sosyoekonomik ve kültürel alanlarda katkı sağlaması hedefi doğrultusunda bedestendeki dükkanları işletmecilere kiralamış. Bedesten, 7 Mart 2007'de yapılan açılış töreni ile yeniden faaliyete geçmiş.Bedesten içerisinde yer alan dükkan ve bürolarda, başta yöresel el sanatlarına ait seramik, ahşap, bakır, gümüş, deri, dokuma turistik hediyelik ürünler olmak üzere, yöresel damak tatlarının sunulduğu yiyecek ve içeceklerle kent tarihini, toplumsal / kültürel yaşamın anlatıldığı çeşitli yayınlar sergilenmekte ve sunulmakta.
CENNET VE CEHENNEM OBRUĞU
Alışveriş işlerini bitiren kafilemiz, daha önceden belirlenen saatte bedestenin önünde toplanıyor. Yeniden yolculuk ve varış noktamız Mersin…Saat 13.45'te Tarsus'tan ayrılıyoruz. Mersin'e vardığımızda, ilk iş olarak gecikmeli de olsa öğlen yemeğini yiyoruz. Kafilenin tamamına yakını "tantuni" yemek isteyince, doğruca sahildeki Memoş Tantuni Lokantası'na gidiyoruz. Lokanta sahibi Efe Yaşa ve mutfaktaki Fatih Usta, kafilemizi, her türlü konukseverliği göstererek ağırlıyor.Yemek sonrası çaylarımızı içerken, Salih Özkan ağabeyimiz telefonla birilerini arıyor. Az sonra büyük bir sürprizle karşılaşıyoruz. Üniversiteyi Trabzon'da okuyan M. Koray Önder, lokantaya geliyor. Trabzon'da öğrencilik yaptığı yıllarda, gazeteciliğe olan ilgisi nedeniyle çevremizden ayrılmayan Koray'la, aradan geçen yirmi iki yıllık bir zamandan sonra ilk kez karşılaşıyoruz. Kafilemizdeki gazeteci arkadaşların birçoğunu yakından tanıyan Koray'ın mutluluğu yüzünden okunuyordu. Bir süre sohbet edip eski günleri andıktan sonra fotoğraf çektirip Koray'la vedalaşıyoruz.Aracımız hareket edince her zaman olduğu gibi rehberimiz Abdulhamit Tilki, mikrofonu eline alıp, günün kalan saatlerindeki programla ilgili bilgi vermeye başlıyor. Kızkalesi ve Yeşilvadi'ye gidilecek. Bunun için Mersin'den ayrılıp, Silifke'ye doğru yol almamız gerekiyor.Gezimiz süresince programın oldukça yoğun olması bazı önemli yerleri görmemizi engelliyor. Kızkalesi'ne gidebilmemiz için zaman oldukça azalmıştı. Bu yüzden, sahilden fotoğraf çekmekle yetinip, doğruca Cennet ve Cehennem Mağaralarına doğru yolumuza devam ediyoruz. Ne kadar hızlı hareket etsek de, görmeyi çok arzu ettiğimiz mağaralara zamanında varamayacağımız anlaşılınca, Mersin Müze Müdiresi hemşehrimiz Nilgün Hanım'ı arıyoruz ve bize yardımcı oluyor.Cennet Mağarası, yani "Cennet Obruğu"… Narlıkuyu Mahallesi, Hasanaliler mevkiinde, Cennet Obruğu'nun yaklaşık elli metre güneybatısında yer alan Cennet Obruğu, yetmiş ila yüz otuz beş metre derinliğinde. Bu da bir çöküntü obruğu olup, Miyosen döneminde oluşmuş sığ denizel kireçtaşı katmanları içinde karstik süreçler sonucunda oluşmuş. "Cennet" olarak adlandırılmış olan çukura, 452 basamakla inilmekte. Cennet çukurunun en derin noktası, 135 metre derinliğe sahip. Ağız genişliği iki yüz metre civarında.Cehennem Çukuru ya da Mağarası, yani "Cehennem Obruğu"… Cennet Obruğu'nun elli metre doğusunda yer alıyor. Ağız çapı elli metre olup, en derin noktası 128 metre civarında. Son derece sarp olan bu çukura inilememektedir. Çok tanrılı Yunan kültürünün ürünü olan ünlü bir hikayenin, bu mekanda geçtiği rivayet edilir. Farklı anlatımları bulunan bu hikaye özetle şöyle:"Mitolojiye göre yüz başlı, alev püskürten dev bir ejderha olan Typhon, zaman zaman tanrılar tanrısı Zeus ile savaşmaktadır. Bu çarpışmalardan birinde Zeus'u yenilgiye uğratmış ve tanrıyı Korykos'ta daha sonra 'Cehennem' ismiverilmiş olan bu mağaraya kapatmış. Tanrılar dünyasının bir diğer önemli ismi olan Hermes, Pan ile birlikte Zeus'u bu mağaradan kurtarmış ve bu kez Zeus, Typhon'un peşine düşmüş. Typhon'u gördüğünde, Etna Dağı'nı dev ejderhanın üzerine fırlatarak, onu yerin derinliklerine hapsetmiş. Antik dönemin en korkulu volkanı olan ve günümüzde de aktif bir yanardağı olan Sicilya adasındaki Etna yanardağının hikayesi de bu mitoloji ile bağlantılı. Bu hikayeye dayanılarak belki de bu ürkütücü derinlikten ötürü bu ismi almış."Kapanış saatinde varamadığımız Cennet ve Cehennem Mağaralarını, Nilgün Hanım'ın özel izniyle gezebiliyoruz. Kafilemize gösterdiği bu kolaylıktan ötürü Mersin Müze Müdiresi Nilgün Hanım'a çok teşekkür ediyoruz.Gün bitmişti, yeniden yola koyulma saatimiz de oldukça geçmişti. Acelece toplanıp, akşam konaklayacağımız Nevşehir / Avanos'a doğru gitmek üzere hareket ediyoruz. Saat 22.30'da Avanos'tayız. Yapılacak çok iş, gezilecek çok yer var. Erkenden yatıp dinlenmemiz gerekiyor çünkü, gezilecek, görülecek çok yer var.
GÜZEL ATLAR ÜLKESİ KAPADOKYA
![]()
Gezimizin dördüncü günü, yine sabahın erken saatlerinde Avanos'ta kalkıyoruz. "Güzel Atlar Ülkesi" Kapadokya'daki tarihi eserleri ve peribacalarını bir an önce görmek için sabırsızlanıyoruz.Kapadokya deyince, en çok akılda kalan "Üç Güzeller"… oluyor genelde. Her ne kadar Kapadokya'nın tamamı, Unesco tarafından Dünya Mirasları arasında yer alsa da, en çok ziyaret edilen yerlerin başında "Üç Güzeller" geliyor. Üç Güzeller Peribacaları, bölgeyi ziyaret edenlerce önünde en çok fotoğraf çekilen yer olarak öne çıkıyor. Anne, baba ve çocuktan oluşan Üç Güzelleri, özellikle yeni evlenen çiftlerin bölgeyi ziyaret ettiklerinde, çektikleri fotoğrafların arka fonda görmek olası.Kapadokya'nın hemen her yerinde eşsiz güzellikleri bünyesinde barındıran doğanın ürettiği peri bacaları, tuvale aktarılmış birer sanat eseri. Bin 350 rakımlı Kale ile Üçhisar, Kapadokya'nın en yüksek tepeleri olarak öne çıkıyor.Bir tarafta Hasan Dağ, diğer tarafta da Kayseri / Erciyes, bütün konuklarını uzaktan selamlıyor. Yaklaşık üç yüz milyon yaşındaki bu genç dağlar, Kapadokya'nın çevresindeki tepelerin en arkasından başkaldırı yaparak kendilerini gösteriyor.Eski yıllarda patates, kabak ve üzüm olmak üzere Kapadokya'da tarım alanında birçok meyve sebze yetiştiriciliği yapılmış. Ayrıca halıcılık da bu bölgede oldukça ünlenmiş. Kapadokya'da yaşayan kızların tamamı halı dokuma işini bilmek zorundaymış. Öyle ki, halı dokumasını bilmeyen kızlar, kocaya gidemiyormuş. Erkekleribağlayan konu ise bir başka… Çanak - çömlek yapımını ilmeyen erkeklere de kız vermezlermiş. Son yıllarda yöre halkının tamamı turizme yönelmiş. Uğraş verilen konuların başında turistik eşya üretimi geliyor. Kapadokya'nın en önemli üç yerleşim merkezi; Üçhisar, Ortahisar ve Ürgüp. Bu üç merkezden Üçhisar ve Ortahisar'ın ayrı ayrı kaleleri var.Kapadokya denince ilk akla Ürgüp geliyor. Daha sonraki yıllarda Göreme'de de düzenlemeler yapılarak turizme kazandırılmış.Paleolitik dönemden bu yana pek çok uygarlığı ağırlamış olan bölgenin adı, aslında bir zamanlar burada var olmuş Kapadokya Krallığı Katpatuka'dan geliyor. Katpatuka, Pers dilinde "Güzel Atlar Ülkesi" anlamını taşıyor.Rehberimiz Abdulhamit Tilki ve Tur Koordinatörümüz Nihat Yılmaz öncülüğünde, Çavuşin kasabasına gidiyoruz. Önceliğimiz, Ali Çareci (Chez Ali)'nin sahipliğini yaptığı çömlek imalathanesi. Ali Bey, yedinci kuşaktan baba mesleğini sürdürüyor. Çalışma tezgahının hemen karşısına yerleştirdiği oturaklarda kafilemizi ağırlıyor. Bir yandan çömlek imalatını anlatırken, diğer yandan toprak konusunda da bizleri bilgilendiriyor.İmalat işlerinin Hititlerden kalma olduğunu söylüyor Ali Bey. Kapadokya bölgesine de imalat işini Hititlerin getirdiğini, ayrıntılarıyla anlattı. Ali Bey, "Oluşturduğumuz bu kırmızı çamurun üzerine sekiz farklı toprak karıştırıyoruz. Yapılmak istenen materyale göre karışım değişiyor. Yaptığımız imalat ilk üç ün kendi ortamında bekletiliyor. Kullanım amaçlı olan imalatlar bin 200 derecede, hediyelik eşya için yapılan imalatlar ise 950 derecede fırınlanıyor. Fırında, sıfırdan 900 dereceye kadar dokuz saatte ulaşıyor" diyor."Chez Ali" isminin nereden geldiği konusuna şöyle açıklık getiriyor Ali Bey: "Chez, Fransızcada 'yeri' anlamına geliyor. İsmimin başına 'Chez' koyarak, 'Ali'nin Yeri' anlamına gelen, 'Chez Ali Çömlekçilik' adını atölyemizin kapısına yazdık".Ali Bey'in atölyesi bitişiğinde teşhir ve satış yeri de var. Kafiledeki arkadaşlarla, ihtiyaç duyduğumuz birkaç parça çamur işi çanak çömlek aldıktan sonra peribacalarını gezmek için Paşabağı Vadisi'ne gidiyoruz. Rahipler Vadisi olarak da anılan vadi, bölgenin en önemli vadilerinin başında geliyor.Kapadokya'da birçok ün yapmış vadi var. Zelve bölgesinin çok yakınında bulunan Keşişler Vadisi, içerisinde Hıristiyan din adamlarının yaşamasından kaynaklı olarak bu ismi almış. Zelve Vadileri ise, Avanos'un Aktepe Köyü'nde bulunuyor. Burada bulunan mağaralar da Hıristiyanların yaşam alanlarıydı. Rahiplere ilk dini seminerlerin Zilve'de verilmesi ve Hıristiyanların yaşam merkezi olması bakımından ayrıca dikkat çeken bir vadi. Üç vadiyi kapsayan bu alanda, on beş kilise yer alıyor. Açık hava müzesi halinde olan vadilere ulaşım, birbirlerine yakın oldukları için son derece kolay.Güvercinlik Vadisi, Göreme kasabasında yer alıyor. Mağaralardaki güvercinlikler ile ün yapan bu vadide, güvercinlerin bıraktığı gübreler yılda bir kez toplanıyor, üzüm bağlarındakullanılıyormuş. Vadinin uzunluğu dört bin metre. Bağlıdere Vadisi ise "Aşk Vadisi" olarak biliniyor. Her yaşta insanın yeniden aşkla tanışabilmesi için yurdumuzda varabilecekleri en güzel yerlerden biri olan Aşk Vadisi, insanın yüreğine mutluluk ve huzur tozu serpiyor adeta.Bu arada, Kızılçukur Vadisi'ni görmeden Kapadokya'dan ayrılmak pek de doğru olmaz. Vadi, adını günbatımındaki renginden alıyor. Güneş, bütün tepeleri ısıtıp güneğrisine doğru yol almaya başladığında, vadinin tamamı kızıla bürünüyor. Çavuşin Köyü yakınlarındaki Yaklaşık dört yüz metre uzunluğundaki Kızılçukur Vadisi'nde, özellikle güneşin, tepelerle sevişerek vedalaştığı saatlerde düşlerinizle baş başa kalıp uzun süre yıldızlara doğru yol alabilirsiniz. Vadide ayrıca Üzümlü Kilise ve Direkli Kilise de yer alıyor.Bir de yürüyüş güzergahı olan Mustafapaşa kasabası yolu üzerindeki Pancarlık Vadisi, farklı güzellikler sunuyor ziyaret için gelen konuklarına. Vadide ayrıca, Kepez, Pancarlık ve Sarıca kiliseleri bulunuyor.Ürgüp Ortahisar kasabasıyla Mustafapaşa kasabası arasında yer alan Üzengi Vadisi'nde mağaralardan oluşan evler, aynı zamanda güvercinlikleri ile de dikkat çekiyor. Üzengi Deresinin de bulunduğu vadide, yürüyüş parkuru ve gezme alanları da var.Dedik ya, Kapadokya'da çokça vadi var diye… Son olarak Zemi Deresi Vadisi'nden de söz etmeden geçmeyelim. Bölgenin uzun vadilerinden biri olan, bolca yeşilliğe sahip Zemi Deresi, beş bin 600 metre uzunluğunda. Yaşam koşullarının stresinden biraz olsun uzak kalmak istiyorsanız, bölgeyi ziyaret ettiğinizde Zemi Deresi Vadisi'ne biraz daha fazla zaman ayırmanızı isterim.Peribacalarıyla süslü bölge, yerli - yabancı turist akınına uğruyor. Peribacalarının en ünlüsü "Üç Güzeller"… Bu güzeller, "Anne, baba ve çocuk" olarak tasvir ediliyor.Bölgede bir de "Açık Hava Müzesi" var. Göreme Açık Hava Müzesi'nde; Kızlar ve Erkekler Manastırı, Aziz Basil Kilisesi, Elmalı Kilise, Aziz Barbara Kilisesi, Yılanlı Kilise, Pantokrator Kilisesi, Malta Haçlı Kilise, Azize Catherine Kilisesi, Karanlık Kilise, Çarıklı Kilise ve Tokalı Kilise bulunuyor. Kiliselerde, doğrudan doğruya kaya yüzeyi düzeltilerek üzerine yapılan boyama işleminin yanında bir de kaya üzerine yapılan secco (tempera) tekniği ile boyamalar var. Kilisede işlenen konuların başında Tevrat, İncil ve Hz. İsa geliyor. Göreme Açık Hava Müzesi, manastır eğitiminin başlatıldığı yer olarak da kabul ediliyor.Bölgede, M. S. dördüncü yüzyıldan 13. yüzyıla kadar yoğun bir biçimde manastır hayatı yaşanmış. Hemen her kaya kütlesinin içinde kiliseler, şapeller, yemekhaneler, oturma ve yaşam alanları mevcut. Göreme'nin iki kilometre doğusunda yer alan bölgenin tamamı kaya yaşam alanı.Devrent "Hayal Vadisi"ndeki doğal deve figürünü oluşturan peribacası var ki, bütün ziyaretçilerin uğrak yeri.Öğle yemeğini, yer altında oluşturulmuş "Uranos Sarıkaya Lokantası"nda yedikten sonra "Kaymaklı Yer altı Şehrin"e gidiyoruz. Yer altı şehri, Nevşehir’e yirmi kilometre mesafedeki Kaymaklı kasabasında. Sekiz katlı olan yer altı şehrinin ilk katı, erken döneme tarihlenmekte.Kaymaklı'nın tarihi M.Ö. üç bin yılına kadar gidiyor. Hititler Dönemi'nde yapılmış bu şehir sekiz katlı. Roma ve Bizans dönemlerinde diğer alanların da oyulmasıyla genişletilerek yeraltı şehrine dönüştürülen Kaymaklı, tüf kayalara oyulmuş. Bir topluluğun geçici olarak yaşayabilmesi için gerekli barınma şartlarına uygun olan alanda, dar koridorlarla birbirlerine bağlanan oda ve salonlar, şarap depoları, su mahzenleri, mutfak ve erzak depoları, havalandırma bacaları, su kuyuları, kilise ve dışarıdan gelebilecek herhangi bir tehlikeyi önlemek için kapıyı içten kapatan büyük sürgü taşları yer alıyor.Kapadokya'da bir de Üç Güzeller Efsanesi var. Gelin bu efsaneyi tur rehberimiz Abdulhamit Tilki'nin anlatımından öğrenelim:"Efsaneye göre, Kapadokya'da bir kral, bir de prenses yaşamaktadır. Kralın kızı prenses, bir çobana aşık olur. Daha sonra evlenmeye karar verip, evlenirler. Prenses ve çobanın evlenmesinde kralın onayı yoktur. Prenses ve çobanın bir de çocukları dünyaya gelir. Prenses, 'kral, torununu görürse belki yumuşar' düşüncesiyle babasını ziyaret eder fakat; acımasız kral, prenses, çoban ve çocuklarının peşine asker gönderir. Kral tarafından yakalanıp öldürülmeleri emredilir. Efsaneye göre, artık kaçmaları olanaksızdır. Prenses; kocası çoban ve çocukları için dua eder; 'Tanrım, bir mucizeni göster, bizi bu eziyetten kurtar' diye Tanrıya yakarır.Bu yakarışın Tanrı tarafından duyulduğuna inanılan Üç Güzeller Efsanesi'nde prenses, çoban ve çocukları birer taşa dönüşür. Efsaneye göre, en önde duran çoban, aradaki çocuk, en arkada duranın da prenses olduğuna inanılmaktadır.Bir başka efsanede ise; Üç Güzeller adı ile bilinen peribacaları, aslında beş kişilik bir aileyi temsil ediyor. Bunlardan Üç Güzeller'in hemen arkasında duran büyükanne, ön sağ tarafta duran ise baba. Babanın hemen önünde anne var ve hamile olan anne kucağında çocuğunu tutuyor. Çok eski dönemlerde bu peribacalarının aileyi ve bereketi sembolize ettiğine inanan ve çocuğu olmayan aileler, buraya gelerek peribacalarının yan tarafında bulunan yokuşu yedi kez inip çıkarmış. İnsanlar bu şekilde çocuklarının olacağına inanırmış."Günün programı tamamlandıktan sonra rehberimiz Abdulhamit Tilki'ye teşekkür edip vedalaştıktan sonra başkente gitmek üzere Kapadokya'dan ayrılıyoruz.
ANITKABİR VE ANADOLU MEDENİYETLER MÜZESİ
![]()
Ankara'ya vardığımıza konaklayacağımız Maltepe 2000 Otel'e eşyalarımızı bıraktıktan sonra hiç zaman kaybetmeden doğruca Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı'na gittik. Trabzonlu Bakan Adil Karaismailoğlu, kafilemizi makamında ağırladı. Bu bir nezaket ziyareti olduğu için, Sayın Bakanı sorularımızla çok fazla yormak istemedik. Öyle de olsa birkaç güncel konuya değinmeden edemedik. Özellikle Havalimanı ve Trabzonspor Tesisleri konusunda bilgiler aldık.Sayın Bakan, Havalimanı'nın şimdilik kalacağını söylüyor. On beş - yirmi yıl sonrası için deniz dolgusuyla yeni bir havalimanı yapılması konusunda bir proje üzerinde çalıştıklarını ayrıntılı bir biçimde anlattı. Şimdilik Trabzonspor Tesisleri için bir istimlak konusunun gündemde olmadığını da dile getirdi. 2023 yazında tamamlanmak üzere, mevcut Havalimanı'nın özellikle dış hatlar bölümünde yeni düzenlemeler yapılacağını, iç hatlarda ise kısmi olarak yenilikler olacağını söyledi. Böylelikle hava trafiğinin yoğun olduğu dönemlerde, Trabzon Havalimanı'nda yaşanan sorunların ortadan kalkacağını da dile getirdi Sayın Bakan.Kent içi raylı sistemle ilgili sorumuza, çok yararlı olacağını belirtip, "Bu iş, belediyenin işi, yapsınlar" diye yanıt verdi.Deniz dolgularıyla kent yaşayanlarının denizden koparıldığını dile getirdik!.. Bu nedenle bundan sonra yeniden deniz dolgusuyla yatırım yapılması konusunda daha hassas davranılması gerektiğini dile getirdik. Özellikle Akyazı'nın deniz dolgusuyla kapatılması sonucu balıkların yuvalanma alanı tamamen kaybolup gitti. Ayrıca güzelim sahil ve kumsaldan yararlanan kent halkı, denizden tamamen uzaklaştı.Çaylarımızı içip, bir süre sohbet ettikten sonra tekrar otelimize döndük. Gezimizin beşinci günündeydik ve herkes çok yorulmuştu…3 Kasım Perşembe günü sabah kahvaltısından sonra Atamıza koştuk… Aslanlı yoldan yürüyüp, Gazi'nin huzuruna çıktığımızda, kendisini bir kez daha saygı ve minnetle andık. Berrak bir hava, güneşli bir gün… Müzeyi gezdikten sonra ikinci durağımız Anadolu Medeniyetler Müzesi oldu.Ankara’nın ilk müzesinin öyküsü 1921'de başlıyor. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün merkezde bir Eti Müzesi kurulması fikriyle, ülkenin dört bir yanından Hitit eserleri toplanmaya başlanmış. Dönemin Kültür Müdürü Galip Bey, Ankara Kalesi’nin Akkale Burcu, Augustus Mabedi ile Roma Hamamı’nı müzeye dönüştürerek ilk adımı atmış.Akkale’nin sınırlı alanı yetmeyince, Ankara Kalesi yakınlarında atıl durumdaki Mahmutpaşa Bedesteni ve Kurşunlu Han’ın restorasyonuna başlanmış. 1938'de başlayan restorasyon, 1968’de tamamlanmış. Binaların onarımı bir yandan devam ederken, 1943'te onarımı biten bedestenin orta bölümü ziyaret açılmış1997’de “Avrupa’da Yılın Müzesi” seçilen ve kendine özgü koleksiyonları ile dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde eserler, kronolojik olarak ayrılmış bölümlerde sergileniyor. Üst salonda Paleolitik Çağ, Kalkolitik Çağ, Eski Tunç Çağı, Asur Ticaret Kolonileri Çağı, Eski Hitit ve Hitit İmparatorluk Çağı, Frig Krallığı, Geç Hitit Krallığı, Urartu Krallığı, ve alt salonda ise Çağlar Boyu Ankara ve Klasik Devirler bölümleri yer alıyor.Ankara Kalesi ve çevresinde bulunan dükkanları da gezdik. Kalenin üzerinden Başkent Ankara'yı seyrettik. Ankara'nın Altındağ ilçesinde bulunan Ankara Kalesi'nin ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, M.Ö. beşinci yüzyıl başında Galatların, Ankara'ya yerleşmeleri sırasında kalenin var olduğu biliniyor. Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlı döneminde birçok kez onarımdan geçmiş.Güneş batımından sonra tarih ve kültür gezimize futbol arası verdik… Trabzonspor'un UEFA Avrupa Ligi'nde Ferencvaros'la oynadığı maçı, hemşehrimiz Yakup Karadeniz'in nazik daveti üzerine, kendisine ait işyerinde akşam yemeği sonrasında izledik.
GEZİMİZİN SON GÜNÜ
![]()
Trabzon'dan ayrılışımızın altıncı günü… Ankara'da konakladığımız Maltepe 2000 Otel'de ayrılmadan önce personele konukseverliklerinden ötürü teşekkür ediyoruz; bizlere evimizdeymişiz gibi hissettirdikleri için. Özellikle Otel Müdürü Garip Uysal, iki gün boyunca kafilemizle yakından ilgilendi, ziyaret edeceğimiz yerler konusunda ayrıca rehberlik yapmayı da ihmal etmedi. Başta Otel Müdürü Garip Uysal olmak üzere, bütün otel çalışanlarına bir kez daha teşekkür ediyoruz.Bir yandan dönüş yolculuğuna hazırlanırken, son bir ziyaret daha gerçekleştiriyoruz. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun daveti üzerine, sabah kahvaltısı için bakanlığa gidiyoruz. İçişleri Bakanı, İzmir'de yaşanan deprem felaketi nedeniyle zorunlu olarak bölgeye gittiği için bizimle kahvaltıda olamadı.Bakanlığa giderken, en büyük beklentimiz GAMER'i görebilmek, çalışmaları yakından izleyebilmekti… Kahvaltıdan sonra Bakan Danışmanı Ali Faik Hacıoğlu'nun önderliğinde doğruca merkeze gidiyoruz. İlgililer, bizleri çalışmaların yapıldığı merkeze götürerek, her konuda bilgilendirme nezaketi gösterdi.GAMER; "Yurtiçinde kamu düzeni ve güvenliğini sağlamak üzere bireylerin temel hak ve hürriyetlerini, toplumun huzur ve güvenini temin etmeye yönelik faaliyetlerde bulunan doğa, insan ve teknoloji kaynaklı acil durumlarda ortaya çıkabilecek her türlü güvenlik riskinde,Bakanlık merkez birimleri, bağlı kuruluşlar ile valilikler, mahalli idareler, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları arasında koordinasyon ve işbirliğini sağlayan İçişleri Bakanlığı birimidir." Bize verilen kitapçıkta bu şekilde tanımlanıyor GAMER."İçişleri Bakanlığı ana hizmet binası yerleşkesinde yer alan merkezde, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'na ait birimler bulunuyor. Bakanlık merkez birimlerinin yanı sıra, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ile Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, GAMER Başkanlığı ile koordineli çalışıyor. Haber akışı söz konusu bu birimler aracılığı ile sağlanıyor, olaylar; içeriğine göre ilgili kurumlar ile üst yönetime bildiriliyor.GAMER'in kitapçıkta yer alan görevleri şunları:- Olay öncesi, sırası ve sonrası süreçleri bütünleşik bir yönetim anlayışı ile etkin bir şekilde planlamak, takip ve koordine etmek.- Gerekli analiz ve planlama çalışmalarını yapmak, çözümler üretmek, eğitimler düzenlemek.- Görev ve sorumluluk alanıyla ilgili bütünleşik görüntü, bilgi ve veri sistemleri oluşturmak.- Bakanlık merkez birimleri, bağlı kuruluşlar, valilikler, mahalli idareler, diğer bakanlıklar, kurum ve kuruluşlar, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları arasında koordinasyon ve işbirliği sağlamak.- Bakanlık Afet ve Acil Durum Yönetim Merkezi (AADYM) görevini yerine getirmek, Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) kapsamında Bakanlığın sorumluluğuna verilen çalışma gruplarına ilişkin iş ve işlemleri yürütmek, koordinasyonu sağlamak.- Sivil savunma ve seferberlik hizmetlerine ilişkin ilgili mevzuatla Bakanlığa verilen görevleri yerine getirmek.- Kritik altyapı, tesis ve yatırımların güvenliğini sağlayan kurum ve kuruluşlar arasındaki koordinasyonu sağlamak.- Güvenlik kaynaklı acil durumların yaşandığı ilin imkânlarının yeterli olmaması halinde merkezi idare, kurum ve kuruluşlar ile iller arası ihtiyaçların karşılanmasına yönelik yapılan çalışmaları koordine etmek.- Cumhurbaşkanlığı Devlet Bilgi Koordinasyon Merkezi ile Bakanlık arandaki bilgi akışı ve koordinasyonu sağlamak.- Bakan tarafından verilen diğer görevleri yapmak.İllerde de kurulan GAMER'in Ankara'daki merkezinde; Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı, AFAD, Göç İdaresi ile Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'ne ait uzmanların yer aldığı birimler oluşturulmuş.Gezimizi 4 Kasım Cuma günü tamamladık. Saat 11.40'ta Ankara'dan ayrıldık. Sungurlu ve Çorum'daki kısa molalardan sonra Samsun / Atakum'da akşam yemeğini yedik. Trabzon'a vardığımızda gece yarısına ramak kalmıştı…Altı günlük yolculuk ne de çabuk bitmişti. Bize kalan; sayfalarca not, yüzlerce fotoğraf ve hepsinden önemlisi Anadolu'nun bir köşesini de gezmiş olsak, farklı medeniyetlerin bıraktığı izlerin tanıklığı…Trabzon Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Ersen Küçük'ün şahsında bütün yönetim kurulu üyelerine teşekkür ediyoruz.Gezi Kafilemiz: Ersen Küçük, Selahattin Özcan, Ahmet Kamburoğlu, Salih Özkan, Bülent Deveci, Kamil Anahar, Turgay Beşyıldız, Miraç Özağcı, İsmail Fandaklı, Yasemin Paslı, İpek Cansel Şahin, Tuğba Yardımcı, Ayşe Karanis, Nilüfer Akgün, Ozan Köse, Selçuk Başar, Meryem Akgün, Sonay Çaluk, Halil İbrahim İleli, Sina Sevinç, Fatma Karahasanoğlu, Duygu Karahasanoğlu, Hüseyin Atmiş, Okan Uzun, Okan Çıtlak, Hüseyin Yurdakul, Enes Aydın, Serkan Kılınç, Rabia Mollaoğlu, Kübra Nur Kotaman, Esra Nur Pervan, Nagihan Demir. Ayrıca Ali Osman Ulusoy firmasının kaptan şoförlerinden Coşkun Gedikli, Orhan Tosun ile yardımcıları Selçuk Çimşit'e sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Gezi süresince bizleri hiç yalnız bırakmayan Tur Koordinatörümüz, Nyletur Seyahat Acentesi sahibi Nihat Yılmaz'a tekrar teşekkür ediyorum.
DİP NOT
İnsanlar, önce yaşadığı kenti her yönüyle okumalı, tanımalı… Daha sonra ülkesini, bütün sınırlarıyla bilmeli ve gezmeli. Trabzon Gazeteciler Cemiyeti yönetimi, bir süredir Anadolu'nun farlı bölge ve illerine geziler düzenledi. Son olarak Gümüşhane, Sivas, Kahramanmaraş, Hatay, Adana, Tarsus, Mersin, Silifke, Nevşehir, Kapadokya ve son olarak da başkentimiz Ankara'da son bulan bir gezi programı düzenledi. Emeği geçenlere tekrar çok teşekkür ediyorum.Gezip gördüğümüz kentlerle, yaşadığımız antik Trabzon'u kıyaslamadan yazımızı sonlandırmak istemedik. Trafik sorunu, özellikle tarihi kentlerde olmak üzere, bütün yurdumuzda var. Ama "keşke"lerimiz var!.. Örneğin; Hatay ilini geziyoruz. Kiliseler, tarihi mahalleler ve hepsinden önemlisi müzelerle tarihine yakışır bir kent…Bizim doğup büyüdüğümüz yıllarda antik kent Trabzon'un tarihi taş yapı evleri, meyve çiçeklerle süslü bahçeleri vardı. Bizden önce yıkılıp ortadan kaldırılan mescit, şapel ve kiliseleri varmış. Bu yüzden "keşke" diyoruz!..Tarsus'un eski mahallesini gezerken, bütün eski evlerin korunduğunu, tamamına yakınında tamirat ve yenileme çalışmaları yapıldığını görünce, hayıflanmamak ne mümkün!..Hatay, haklı olarak on üç kilometrelik kumsalla süslü sahiliyle övünüyor. Yetmiş yıl önce, Trabzon sahili ve kumsalı anımsayanınız var mı? Sahi, Kovata'dan Gamboz Çayırı'na, Ganita'dan Beşirli'ye, oradan Kalanima Deresi'ne uzanan mesafede doğal kumla süslü alanın kaç kilometre olduğunu bileniniz var mı?Keşke sahil yolu ve deniz dolguları yapılmadan, şehir içi geçiş yollarıyla tarihi kenti yok etmeden, Güney Çevre Yolu yapılabilmiş olsaydı… Keşke!..
Not: Son nokta gazetesi Yazı İşleri Müdürü Selahattin Özcan’a desteklerinden dolayı teşekkür ederiz.
İsmail Fandaklı Gazeteci - Yazar
Trabzon Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'nun organizasyonunda Hatay'a varmak üzere 29 Ekim 2022 Pazar günü saat: 09.30'da Trabzon'dan yola çıkıyoruz.Yolumuz oldukça uzun… Zigana Dağı'nı aşıp Gümüşhane, Sivas, Kahramanmaraş, Hatay, Adana, Tarsus, Mersin, Nevşehir ve Kapadokya'yı gezdikten sonra, başkent Ankara'da Atamızı ziyaret edip gezimizi sonlandıracağız.Sabah kahvaltısı için Zigana Kral Park Tesisleri'nde konaklayıp, zaman kaybetmeden yolumuza devam ettik. Şiran yolu üzerinden rotamızı Sivas'a çevirdik. Gümüşvadi Tüneli'nden sonraki vadide kafilemizi tam bir renk cümbüşü karşıladı.Beton çıbanlarının işgalinden uzak Kalecik'teyiz. Bozkırın bakir güzelliği insanı adeta büyülüyor. Kalecik hanlarından kalan birkaçı bize eskileri anımsatıyor.Tersun Geçidi'nde güneşin, sabahın erken saatleri için nadasa bıraktığı kuz yerlerdeki kırağı, sonbahara "Elini çabuk tut" der gibiydi.Çağıl'da, şeker pancarı tarlalarının boş olması oldukça üzücü. Erzincan Şeker Fabrikası kapandıktan sonra, vatandaş, ürettiği ürünü satacak yer bulamayınca, bu üründen vazgeçmiş.Otobüsümüz Şiran'dan geçerken, sol taraftaki "Kadın Yaşam Merkezi" bir anda gözümüze ilişti. Ne hoş dimi? Hem de Şiran'da… Emeği geçenleri kutlamak gerek.Tamara Şelalesi'ne uğramadan geçip Güreş Köyü'ne varıyoruz. Vadi içlerindeki derelerin bazılarında bir damla su bile yok!.. Üzülerek yolumuza devam ederken,Yenice Köyü ve yerleşim merkezinin bulunduğu vadinin güzelliği bizleri adeta büyülüyor.Karayakup Köyü'nü geçiyoruz… Yola çıkışımızdan itibaren bizi takip eden güneş, artık önümüzde, kafilemize yol gösteriyor!.. Gökyüzünde kartalların dansı, güneş ışınlarının kesintisiyle belli belirsiz devam ediyor.Bozat Köyü, Gölova ve Dikköy ardı ardına geçiliyor. Gökyüzünün aydınlığı; güneşin, sonbahar mevsimine rağmen sonsuz cömertliğinde vadilerin yeşilliği ile tepelerin çıplaklığı arasında göz gezdiriyoruz.Sivas Akıncılar'a vardığımızda ikinci molamız, özellikle benim için çay, kafiledekilerin çoğunluğu için ise zorunlu ihtiyaç içindi!..Yağlıçayır'dan geçerken, mısır tarlalarının bolluğu yanında, bölgedeki kuraklık ve su sorunu çok net bir biçimde göze batıyor.Yaşadığımız antik kent Trabzon'da, sırtımızdaki beton sütunlarından bir an kurtulup, Anadolu'nun eşsiz güzelliklerle bezenmiş vadilerine varınca, derin bir "ohhh!" çekmemek elde değil.Yeşilin henüz yüzleşip tanışmadığı, sevişip öpüşmediği tepelerin eteklerine tutunmuş ağaççıklar, on yıllar sonra geniş ormanlara dönüşmek için inatla büyümeye çalışıyor.Vadi içlerindeki patikalarla el ele, omuz omuza duran kayalıklar, dimdik gökyüzüne uzanırken, bedenlerinde tırmanan yaban keçileriyle oldukça barışık. Aracımızı gören keçiler, belli ki bizi tanımadı; nazlı, alıngan ve ürkek davranışlarla tepelere doğru kaçışmaya başladı!..Bozkır Köyü'ne varıncaya kadar hayranlıkla izlediğimiz, sonbaharın, renk senfonisiyle bizlere sunduğu sonsuz güzelliklerle yol alıyoruz.Tödürge Gölü, Hafik ilçesi ve Emre Köyü geride kaldı. Sivas şehir merkezine yaklaştıkça tepeler ve dağlar, bütün çıplaklığı ile bizleri karşılıyor. Bir Sivas türküsü tutturmuşum, hüzünlü ve yüreğim sızlayarak; "Sıvasın yollarına …" diye… Ah yollar!.. Yollar, beni çağırıyor… Sivas, ne zaman usuma düşse, havadaki duman kokusu yükselirken, yüreğimin sızısını bir türlü bastıramam…Sivas'ta yemek molası veriyoruz. "Sivas Has Döner" ekibi, kafilemizi güler yüz ve samimiyetle karşılayıp, konukseverliğini gösteriyor. Yemek sonrası Maraş üzerinden konaklayacağımız Hatay'a doğru, gecenin karanlığını delen ay ışığının aydınlattığı tepeleri izleyerek yol alıyoruz.İlk konaklayacağımız Hatay'a varmadan, Kahramanmaraş'a uğramadan geçmek olmazdı. Maraş'ta bir "Trabzon Caddesi" var ve onca yola gidip, yaşadığımız kentin adını taşıyan caddeyi adımlamadan geçemezdik.Otobüsü, Trabzon Caddesi'nde uygun bir yere park edip, Maraş dondurması yemek için topluca meşhur Yaşar Pastanesi'ne gidiyoruz. Müzeyi andıran pastanede, işyeri sahipleri ve çalışanlarla tanışıp sohbet ediyoruz. Birçok yaşanmış öyküyü beraberinde taşıyan onca eski eşyadan oluşan işyeri, adeta müzeyi andırıyor. Bu arada, "Trabzon Caddesi" yazan tabela önünde fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmiyoruz.Kalan yolumuz uzun, bir an önce devam etmemiz gerekiyor. Otobüsümüzün yanına gidiyor ve Hatay'a varmak üzere yola devam ediyoruz. Kırıkhan'ı geçince, karşımızda Lazkiye / Ladikiye'nin ışıkları karınlığın içinden bizlere göz kırpıyor.Hatay'a vardığımızda, saat gece yarısını çoktan geçmişti. Saat birde otele giriş yaptığımızda kafilemizin tamamı bir an önce uyuyup dinlenmek için odalarına çekiliyor. Sabahın ilk saatlerinde başlayacak gezi ve incelemelerimiz için iyice dinlenmemiz gerekiyor.

HOŞGÖRÜNÜN BAŞKENTİ
Gezimizin ikinci günündeyiz. Medeniyetlerin ve hoşgörünün başkenti Hatay'ı yakından görme, inceleme ve tanıklıklarımızı not etmek için bir an önce yola çıkmak istiyoruz.Sabah kahvaltısına oturduğumuzda, Hatay Gazeteciler Cemiyeti Sekreteri Mithat Kalaycıoğlu ile gezi süresince rehberimiz olacak. genç arkadaşımız Abdulhamit Tilki de kafilemize katılıyor. Konakladığımız otelin yakınındaki şelaleyi gezmekle güne başlıyoruz.Hatay, Amik Ovası'nı boydan boya doldurmuş, tarihi bir kent. Bir milyon 650 bin nüfusuna, resmi kaynaklara göre bir de Suriye'den gelen 650 bin (Gerçek rakamlar bir milyonun üzerinde), göçmen katılınca oldukça kalabalık bir şehir olmuş.Kahvaltı sonrası Hataylı meslektaşımız ve rehberimizin öncülüğünde gezimize Samandağı'ndaki Musa Ağacı'ndan başlıyoruz. Buradaki çınar ağacı, oldukça yaşlanmış. Birkaç kişinin yan yana kucaklayamayacağı kadar iri olan ağaç gövdesinin içi boş. Bu boşluk, bir süre berber dükkanı olarak hizmet vermiş. Son yıllarda alınan kararlarla, ağaç gövdesinin içindeki boşluğa giriş yasağı konmuş. Burası, Hatay'ın büyükşehir olmasından sonra mahalleye dönüştürülmüş. Hıdırbey Köyü olarak ün yapan yöre sürekli ziyaretçi akınına uğruyor.Hemen bitişiğimdeki Vakıflar Köyü'ne gidiyoruz. Burada toplam 130 Ermeni yurttaşımız yaşıyor. Köydeki taş yapı evleri görünce, çocukluğumuzdaki Trabzon'u anımsıyor; art arda yıkılan tarihi evlerimizin yerine dikilen beton çıbanlarını düşününce, üzülüyoruz.Vakıflar Köyü'ndeki kilisenin 130 cemaati var. Geçmişte kilisede sürekli hizmet veren papazın ölümünden sonra, yeni atanan papaz, bir hafta İskenderun'da, bir hafta da Vakıflar Köyü'nde cemaatine önderlik ediyor.Ermeni yurttaşlarımızın kurduğu Tarımsal Kalkınma Kooperatifi ile Kadın Kooperatifi, önemli çalışmalar yapıyor. Organik tarıma geçiş ilk kez bu köyde olmuş. Daha sonraki yıllarda organik tarımı sürdürememiş olsalar da, doğal tarım yaparak yaşamını sürdürüyor köy halkı.Vakıflar Köyü'nde ayrıca "Gastronomi Köyü" kurulmuş, yapım aşaması tamamlanmak üzere olan köyün, çok yakın zamanda resmi açılışı yapılacak.Samandağ bölgesi genelde meyve ağaçlarıyla süslü, çok şirin bir kasabayı andırıyor. Özellikle defne ağaçlarının bolluğu dikkatimizi çekiyor. Bolca meyve veren yöredeki defnelerden halk iyi de gelir elde ediyor. Defnenin siyah meyvesi kaynatılıyor, üzerinde oluşan kaymak kısmı alınarak sabun yapılıyor. Ayrıca defne yapraklarından da, yine kaynatılmak suretiyle şampuan yapılıyor. Yöre halkı, birçok meyvenin yanı sıra defneden de oldukça iyi gelir elde ediyor. Hatay, ülkemizin sebze üretiminin neredeyse yüzde yirmi beşini karşılıyor.Trabzon'un Çaykara ilçesine bağlı, birbirine komşu üç köy halkı, Kırıkhan'da 408 Evler Mahallesi'ne iskân edilmiş. 1964'te Ömer Güner'in öncülük ettiği, Çaykara'dan yola çıkan 178 aile, 408 hane olarak Amik Ovası'nın kuzeyindeki Kırıkhan ilçesine getirilip, burada iki ayrı tipte yaptırılan 408 eve yerleştirilmiş. Daha sonraki yıllarda dönemin başbakanı Süleyman Demirel, Afganlıları Hatay'a yerleştirmiş ve bağımsız bir köy oluşturulmuştu.Son dönemde Suriye'de yaşanan savaşlar sonrasında, bir milyonu aşan mültecinin de Hatay'a yerleşmesiyle, oldukça kalabalık bir kent olmuş burası.Vakıflar Köyü'nden ayrıldıktan sonra kent merkezine gidip Arkeoloji Müzesi'ni geziyoruz. Burası, dünyanın en önemli arkeoloji müzelerinden biri… Hatay Arkeoloji Müzesi, 2015'te açılmış. Anadolu tarihinden çok önemli örneklerin yer aldığı müzedeki tarihi eserleri hayranlıkla ve şaşkınlıkla izledik.Hatay gibi benzer özelliklere sahip antik kent Trabzon'un bırakın arkeoloji müzesini, doğru dürüst bir müzesi bile yok!..
OTEL TABANINDAKİ TARİHİ KENT
Antakya'nın neresine gitseniz, hemen her yerden adeta tarih fışkırıyor. Özel girişimci bir vatandaş, otel yapımı için hazırlattığı proje sonrası temel açma çalışmalarına başlayınca, topraktan adeta antik bir kent çıkmış. Arkeolojik kazıların tamamlanmasından sonra, otelin temelinde olduğu gibi korunan antik kentin üzerine beş yıldızlı otel yapılmış: Antakya The Museum Hotel. Otelle St. Pierre Kilisesi karşı karşıya. Buradan da anlaşılıyor ki, otelin altındaki tarihi kent ile kilise, aynı dönem yaşayanlarına ait. Otelin altında tek parça büyükçe bir mozaiğin yanı sıra, altıncı yüzyıla ait eserler de yer alıyor. Ayrıca su kanalları ve hamamlar da çok dikkat çekici.
BİLİNEN EN ESKİ KİLİSE: ST. PİERRE
Rehberimiz öncülüğünde St. Pierre Anıt Müzesi'ne gidiyoruz. Bilim insanlarının, bugüne kadar elde ettiği bulgular üzerinden yaptığı değerlendirmeye göre, gezegenimizin en eski kilisesinin burası olduğu söyleniyor.St. Pierre Kilisesi, Antakya’da Habib-i Neccar Dağı'nda bulunan St. Pierre Kilisesi, doğal bir mağara olup kiliseye dönüştürülmüş. Hz. İsa’nın on iki havarisinden biri olan St. Pierre'nin, Antakya’ya gelerek Hıristiyanlık dinini yaymaya çalıştığı ve burayı bir kiliseye dönüştürerek ilk dini toplantılarını yaptığı, Hz. İsa’nın dinine inanan topluluğun kendisine "Hıristiyan" adının ilk kez burada verildiği bilinmekte. Kilise, Hıristiyanlık açısından özel bir öneme sahip. Her yıl 29 Haziranda Katoliklerin ayin düzenlediği St. Pierre Kilisesi, inanç turizmi açısından oldukça önemli bir konuma sahip. Kilise tabanında, yan neftlerde M.S. 4. ve 5. yüzyıla ait, bir kısmı tahrip olmuş mozaikler bulunuyor. 11. ve 12. yüzyıllarda Mağara Kiliseye sütun ve kemer eklentileri yapılarak üç nefli bir kiliseye dönüştürülmüş.Cehennem Kayıkçısı (Kharon) Kabartması; St. Pierre Kilisesi’nin doğusunda, kiliseye yaklaşık on dakika yürüyüş mesafesinde. Patika yoldan yürüyerek ulaşılan, büst şeklinde olup başında bir örtü olan kabartma, tamamlanamayan portreyi çağrıştırmaktadır. Cehennem Kayıkçısı Kharon, Yunan mitolojisinde, ölülerin ruhlarını Styks Nehri'nden geçirip yeraltı ülkesine götürmekle görevliydi. M.Ö. 2. yüzyılda da şehirde baş gösteren veba salgınına karşı halkı korumakve daha fazla kayıp vermemek için dağın kente en hâkim noktasında kayaya işlenmiş.Hatay'daki gezi ve incelemelerimizin uzun sürmesiyle, öğlen yemeği saatimiz de oldukça sarkmıştı. Yemekten sonra meslektaşımız Mithat Kalaycıoğlu ile birlikte, Hatay Gazeteciler Cemiyeti'ni ziyaret ediyoruz. Bu sırada kafiledeki arkadaşlarımızın bir bölümü, alışveriş için şehir merkezine gidiyor.Yola çıkış saatimiz önceden belirlenmişti ve Adana'ya gitmek üzere yola çıkmak için Hatay kent merkezinde bütün arkadaşlar bir araya geliyoruz. Saat on yedi sıralarında Mithat Kalaycıoğlu ile vedalaşıp Adana'ya gitmek üzere yola çıkıyoruz.
ADANA, MERSİN VECENNET - CEHENNEM OBRUĞU
Belen, İskenderun, Erzin, Ceyhan derken, Adana'ya varıyoruz. Adana'daki gezimiz sabahın erken saatlerinde başlayacak, bu yüzden erken yatmamız gerekiyor. Adana ve Mersin turu, bir günde tamamlanmak zorunda çünkü, akşam saatlerinde Nevşehir yolculuğu başlayacak.Gezimizin üçüncü günündeyiz. Geceyi Adana'da geçirdik. Adanava Hotel'in konuksever personeli bizi nazikçe karşıladı. Otel personelinin hizmetinden oldukça memnun kalan kafilemiz, sabah ilk olarak Sabancı Merkez Camii gezisiyle güne başladı.Adana'nın adeta simgesi haline gelen Taşköprü ve altından yıllardır akmakta olan Seyhan Nehri'ne doğru yol alıyoruz. Arkadaşların büyük bir bölümü katamaranlarla nehirde gezintiye çıktı. Bolca fotoğraf çekebilmek için bizimle birlikte birkaç kişi kenarda kaldı.Taşköprü: Roma dönemi olan ve Seyhan Nehri üzerinde ulunan köprünün M. S. 384'te mimar Auxentus tarafından yaptırıldığı biliniyor. Halen dünyanın şehir içi trafikte kullanılan en eski köprüsü olma özelliğini taşımaktadır.Seyhan Nehri kıyısındaki parkta çaylarımızı içtikten sonra Sinema Müzesi geziliyor.Yolumuz uzun, bir an önce yola çıkmak gerekiyor. Tarsus'a varmak için Adana'dan ayrılıyoruz. Öncelikle bizi makamında bekleyen, hemşehrimiz, Tarsus Üniversitesi Rektörü Orhan Aydın'ı ziyaret etmek üzere üniversiteye gidiyoruz. Toplantı salonunda bizi ağırlayan Rektör Orhan Aydın'la bir süre sohbet ettikten sonra vedalaşıp ayrılıyoruz.Tarsus merkeze vardığımızda ilk iş olarak Makam-ı Danyal Camii'ni ziyaret ediyoruz. Caminin altında adeta bir tarih yatıyor. Günümüze kadar korunarak gelen tarihi hazinenin üzerine kurulan camiyi ziyaret ettikten sonra, yine şehir merkezindeki Eski Cami'ye gidiyoruz. Bu camiye, Cami-i Kilise veya Baytimur Camii denilmekte. M. S. 300'de kilise olarak inşa edilen mabet, 1415'te Ramazanoğlu Şehabettin Ahmet Bey'in Tarsus'u ele geçirmesindensonra camiye dönüştürülmüş. Daha sonraki yapılan tadilatla da minare eklenmiş. Bu caminin hemen yanındaki surlar ve su kemerlerinden geriye kalanlar oldukça dikkat çekici.Rehberimiz Abdulhamit Tilki, kafilemizi doğruca Tarsus'un en eski mahallesine götürüyor. Her sokağı buram buram tarih kokan bu mahallede gezinirken, yaşadığımız antik kent Trabzon'da kaybettiklerimizi anımsıyor ve hayıflanıyoruz. Tarsus'u yönetenler, tarihi mahalledeki evlerin tamamını restore ediyor. Birçok evin yenilenme çalışması tamamlanmış, geri kalanlarda ise restorasyon çalışması devam ediyor.Anadolu'nun en eski kentlerinden biri olan antik kent Trabzon'daki eski evlerin yıkılması özellikle 1950'lerde başlamış. Beton çıbanlarının yükseldiği Trabzon'daki tarihi evler korunabilseydi, insanlık tarihinin yaşayan en eski kentlerinden biri olan Trabzon, dünya markası olurdu.Tarsus'taki incelemelerimizi tamamladıktan sonra Kırkkaşık Bedesteni'ne gidiyoruz. Bir saatlik serbest dolaşım hakkını alan kafiledeki arkadaşlarımızla doğruca Kırkkaşık Bedesteni'ne gidiyoruz.Her dönem hareketli bir ticari merkez olan ve kültürlerin kesişme noktasında bulunan Tarsus'un en önemli tarihi yapılarından biri de Kırkkaşık Bedesteni'dir. Ramazanoğulları Beyliği'nden Piri Paşa'nın oğlu İbrahim Bey tarafından 1579'da yaptırılan Kırkkaşık Bedesteni', ilk dönemlerinde imarethane (aş evi) ve medrese olarak kullanılmış olsa da, Cumhuriyet'ten sonra kapalı çarşı olarak hizmet vermektedir. Geçmişte Beyaz Çarşı olarak da bilinen Kırkkaşık Bedesteni, dikdörtgen plana sahip. Bedesten adını, yapının dış cephesinde bulunan kaşık süslemelerinden alıyor. Kesme taştan inşa edilen binaya batı ve doğu yönündeki iki kapıdan girilebilmektedir. İçerisinde yirmi bir oda bulunan yapı, yedi kubbeden oluşmaktadır. Ayrıca içeriden iki merdivenle çıkılan iki kule oda ve batı yönünde dış cephedeki iki oda ile birlikte oda sayısı yirmi beştir.Mülkiyeti Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne ait olan bedesten, Tarsus Belediyesi tarafından kiralanarak 2004'te restore ettirilmiş. Kırkkaşık Bedesteni, 2005'te tarihi "Kentler Birliği Proje Yarışma Ödülü" almış.Tarsus Belediyesi, 2006'da, turizm alanında gelişme çabası içinde olan kentin hem tanıtımında, hem de sosyoekonomik ve kültürel alanlarda katkı sağlaması hedefi doğrultusunda bedestendeki dükkanları işletmecilere kiralamış. Bedesten, 7 Mart 2007'de yapılan açılış töreni ile yeniden faaliyete geçmiş.Bedesten içerisinde yer alan dükkan ve bürolarda, başta yöresel el sanatlarına ait seramik, ahşap, bakır, gümüş, deri, dokuma turistik hediyelik ürünler olmak üzere, yöresel damak tatlarının sunulduğu yiyecek ve içeceklerle kent tarihini, toplumsal / kültürel yaşamın anlatıldığı çeşitli yayınlar sergilenmekte ve sunulmakta.
CENNET VE CEHENNEM OBRUĞU
Alışveriş işlerini bitiren kafilemiz, daha önceden belirlenen saatte bedestenin önünde toplanıyor. Yeniden yolculuk ve varış noktamız Mersin…Saat 13.45'te Tarsus'tan ayrılıyoruz. Mersin'e vardığımızda, ilk iş olarak gecikmeli de olsa öğlen yemeğini yiyoruz. Kafilenin tamamına yakını "tantuni" yemek isteyince, doğruca sahildeki Memoş Tantuni Lokantası'na gidiyoruz. Lokanta sahibi Efe Yaşa ve mutfaktaki Fatih Usta, kafilemizi, her türlü konukseverliği göstererek ağırlıyor.Yemek sonrası çaylarımızı içerken, Salih Özkan ağabeyimiz telefonla birilerini arıyor. Az sonra büyük bir sürprizle karşılaşıyoruz. Üniversiteyi Trabzon'da okuyan M. Koray Önder, lokantaya geliyor. Trabzon'da öğrencilik yaptığı yıllarda, gazeteciliğe olan ilgisi nedeniyle çevremizden ayrılmayan Koray'la, aradan geçen yirmi iki yıllık bir zamandan sonra ilk kez karşılaşıyoruz. Kafilemizdeki gazeteci arkadaşların birçoğunu yakından tanıyan Koray'ın mutluluğu yüzünden okunuyordu. Bir süre sohbet edip eski günleri andıktan sonra fotoğraf çektirip Koray'la vedalaşıyoruz.Aracımız hareket edince her zaman olduğu gibi rehberimiz Abdulhamit Tilki, mikrofonu eline alıp, günün kalan saatlerindeki programla ilgili bilgi vermeye başlıyor. Kızkalesi ve Yeşilvadi'ye gidilecek. Bunun için Mersin'den ayrılıp, Silifke'ye doğru yol almamız gerekiyor.Gezimiz süresince programın oldukça yoğun olması bazı önemli yerleri görmemizi engelliyor. Kızkalesi'ne gidebilmemiz için zaman oldukça azalmıştı. Bu yüzden, sahilden fotoğraf çekmekle yetinip, doğruca Cennet ve Cehennem Mağaralarına doğru yolumuza devam ediyoruz. Ne kadar hızlı hareket etsek de, görmeyi çok arzu ettiğimiz mağaralara zamanında varamayacağımız anlaşılınca, Mersin Müze Müdiresi hemşehrimiz Nilgün Hanım'ı arıyoruz ve bize yardımcı oluyor.Cennet Mağarası, yani "Cennet Obruğu"… Narlıkuyu Mahallesi, Hasanaliler mevkiinde, Cennet Obruğu'nun yaklaşık elli metre güneybatısında yer alan Cennet Obruğu, yetmiş ila yüz otuz beş metre derinliğinde. Bu da bir çöküntü obruğu olup, Miyosen döneminde oluşmuş sığ denizel kireçtaşı katmanları içinde karstik süreçler sonucunda oluşmuş. "Cennet" olarak adlandırılmış olan çukura, 452 basamakla inilmekte. Cennet çukurunun en derin noktası, 135 metre derinliğe sahip. Ağız genişliği iki yüz metre civarında.Cehennem Çukuru ya da Mağarası, yani "Cehennem Obruğu"… Cennet Obruğu'nun elli metre doğusunda yer alıyor. Ağız çapı elli metre olup, en derin noktası 128 metre civarında. Son derece sarp olan bu çukura inilememektedir. Çok tanrılı Yunan kültürünün ürünü olan ünlü bir hikayenin, bu mekanda geçtiği rivayet edilir. Farklı anlatımları bulunan bu hikaye özetle şöyle:"Mitolojiye göre yüz başlı, alev püskürten dev bir ejderha olan Typhon, zaman zaman tanrılar tanrısı Zeus ile savaşmaktadır. Bu çarpışmalardan birinde Zeus'u yenilgiye uğratmış ve tanrıyı Korykos'ta daha sonra 'Cehennem' ismiverilmiş olan bu mağaraya kapatmış. Tanrılar dünyasının bir diğer önemli ismi olan Hermes, Pan ile birlikte Zeus'u bu mağaradan kurtarmış ve bu kez Zeus, Typhon'un peşine düşmüş. Typhon'u gördüğünde, Etna Dağı'nı dev ejderhanın üzerine fırlatarak, onu yerin derinliklerine hapsetmiş. Antik dönemin en korkulu volkanı olan ve günümüzde de aktif bir yanardağı olan Sicilya adasındaki Etna yanardağının hikayesi de bu mitoloji ile bağlantılı. Bu hikayeye dayanılarak belki de bu ürkütücü derinlikten ötürü bu ismi almış."Kapanış saatinde varamadığımız Cennet ve Cehennem Mağaralarını, Nilgün Hanım'ın özel izniyle gezebiliyoruz. Kafilemize gösterdiği bu kolaylıktan ötürü Mersin Müze Müdiresi Nilgün Hanım'a çok teşekkür ediyoruz.Gün bitmişti, yeniden yola koyulma saatimiz de oldukça geçmişti. Acelece toplanıp, akşam konaklayacağımız Nevşehir / Avanos'a doğru gitmek üzere hareket ediyoruz. Saat 22.30'da Avanos'tayız. Yapılacak çok iş, gezilecek çok yer var. Erkenden yatıp dinlenmemiz gerekiyor çünkü, gezilecek, görülecek çok yer var.
GÜZEL ATLAR ÜLKESİ KAPADOKYA

Gezimizin dördüncü günü, yine sabahın erken saatlerinde Avanos'ta kalkıyoruz. "Güzel Atlar Ülkesi" Kapadokya'daki tarihi eserleri ve peribacalarını bir an önce görmek için sabırsızlanıyoruz.Kapadokya deyince, en çok akılda kalan "Üç Güzeller"… oluyor genelde. Her ne kadar Kapadokya'nın tamamı, Unesco tarafından Dünya Mirasları arasında yer alsa da, en çok ziyaret edilen yerlerin başında "Üç Güzeller" geliyor. Üç Güzeller Peribacaları, bölgeyi ziyaret edenlerce önünde en çok fotoğraf çekilen yer olarak öne çıkıyor. Anne, baba ve çocuktan oluşan Üç Güzelleri, özellikle yeni evlenen çiftlerin bölgeyi ziyaret ettiklerinde, çektikleri fotoğrafların arka fonda görmek olası.Kapadokya'nın hemen her yerinde eşsiz güzellikleri bünyesinde barındıran doğanın ürettiği peri bacaları, tuvale aktarılmış birer sanat eseri. Bin 350 rakımlı Kale ile Üçhisar, Kapadokya'nın en yüksek tepeleri olarak öne çıkıyor.Bir tarafta Hasan Dağ, diğer tarafta da Kayseri / Erciyes, bütün konuklarını uzaktan selamlıyor. Yaklaşık üç yüz milyon yaşındaki bu genç dağlar, Kapadokya'nın çevresindeki tepelerin en arkasından başkaldırı yaparak kendilerini gösteriyor.Eski yıllarda patates, kabak ve üzüm olmak üzere Kapadokya'da tarım alanında birçok meyve sebze yetiştiriciliği yapılmış. Ayrıca halıcılık da bu bölgede oldukça ünlenmiş. Kapadokya'da yaşayan kızların tamamı halı dokuma işini bilmek zorundaymış. Öyle ki, halı dokumasını bilmeyen kızlar, kocaya gidemiyormuş. Erkekleribağlayan konu ise bir başka… Çanak - çömlek yapımını ilmeyen erkeklere de kız vermezlermiş. Son yıllarda yöre halkının tamamı turizme yönelmiş. Uğraş verilen konuların başında turistik eşya üretimi geliyor. Kapadokya'nın en önemli üç yerleşim merkezi; Üçhisar, Ortahisar ve Ürgüp. Bu üç merkezden Üçhisar ve Ortahisar'ın ayrı ayrı kaleleri var.Kapadokya denince ilk akla Ürgüp geliyor. Daha sonraki yıllarda Göreme'de de düzenlemeler yapılarak turizme kazandırılmış.Paleolitik dönemden bu yana pek çok uygarlığı ağırlamış olan bölgenin adı, aslında bir zamanlar burada var olmuş Kapadokya Krallığı Katpatuka'dan geliyor. Katpatuka, Pers dilinde "Güzel Atlar Ülkesi" anlamını taşıyor.Rehberimiz Abdulhamit Tilki ve Tur Koordinatörümüz Nihat Yılmaz öncülüğünde, Çavuşin kasabasına gidiyoruz. Önceliğimiz, Ali Çareci (Chez Ali)'nin sahipliğini yaptığı çömlek imalathanesi. Ali Bey, yedinci kuşaktan baba mesleğini sürdürüyor. Çalışma tezgahının hemen karşısına yerleştirdiği oturaklarda kafilemizi ağırlıyor. Bir yandan çömlek imalatını anlatırken, diğer yandan toprak konusunda da bizleri bilgilendiriyor.İmalat işlerinin Hititlerden kalma olduğunu söylüyor Ali Bey. Kapadokya bölgesine de imalat işini Hititlerin getirdiğini, ayrıntılarıyla anlattı. Ali Bey, "Oluşturduğumuz bu kırmızı çamurun üzerine sekiz farklı toprak karıştırıyoruz. Yapılmak istenen materyale göre karışım değişiyor. Yaptığımız imalat ilk üç ün kendi ortamında bekletiliyor. Kullanım amaçlı olan imalatlar bin 200 derecede, hediyelik eşya için yapılan imalatlar ise 950 derecede fırınlanıyor. Fırında, sıfırdan 900 dereceye kadar dokuz saatte ulaşıyor" diyor."Chez Ali" isminin nereden geldiği konusuna şöyle açıklık getiriyor Ali Bey: "Chez, Fransızcada 'yeri' anlamına geliyor. İsmimin başına 'Chez' koyarak, 'Ali'nin Yeri' anlamına gelen, 'Chez Ali Çömlekçilik' adını atölyemizin kapısına yazdık".Ali Bey'in atölyesi bitişiğinde teşhir ve satış yeri de var. Kafiledeki arkadaşlarla, ihtiyaç duyduğumuz birkaç parça çamur işi çanak çömlek aldıktan sonra peribacalarını gezmek için Paşabağı Vadisi'ne gidiyoruz. Rahipler Vadisi olarak da anılan vadi, bölgenin en önemli vadilerinin başında geliyor.Kapadokya'da birçok ün yapmış vadi var. Zelve bölgesinin çok yakınında bulunan Keşişler Vadisi, içerisinde Hıristiyan din adamlarının yaşamasından kaynaklı olarak bu ismi almış. Zelve Vadileri ise, Avanos'un Aktepe Köyü'nde bulunuyor. Burada bulunan mağaralar da Hıristiyanların yaşam alanlarıydı. Rahiplere ilk dini seminerlerin Zilve'de verilmesi ve Hıristiyanların yaşam merkezi olması bakımından ayrıca dikkat çeken bir vadi. Üç vadiyi kapsayan bu alanda, on beş kilise yer alıyor. Açık hava müzesi halinde olan vadilere ulaşım, birbirlerine yakın oldukları için son derece kolay.Güvercinlik Vadisi, Göreme kasabasında yer alıyor. Mağaralardaki güvercinlikler ile ün yapan bu vadide, güvercinlerin bıraktığı gübreler yılda bir kez toplanıyor, üzüm bağlarındakullanılıyormuş. Vadinin uzunluğu dört bin metre. Bağlıdere Vadisi ise "Aşk Vadisi" olarak biliniyor. Her yaşta insanın yeniden aşkla tanışabilmesi için yurdumuzda varabilecekleri en güzel yerlerden biri olan Aşk Vadisi, insanın yüreğine mutluluk ve huzur tozu serpiyor adeta.Bu arada, Kızılçukur Vadisi'ni görmeden Kapadokya'dan ayrılmak pek de doğru olmaz. Vadi, adını günbatımındaki renginden alıyor. Güneş, bütün tepeleri ısıtıp güneğrisine doğru yol almaya başladığında, vadinin tamamı kızıla bürünüyor. Çavuşin Köyü yakınlarındaki Yaklaşık dört yüz metre uzunluğundaki Kızılçukur Vadisi'nde, özellikle güneşin, tepelerle sevişerek vedalaştığı saatlerde düşlerinizle baş başa kalıp uzun süre yıldızlara doğru yol alabilirsiniz. Vadide ayrıca Üzümlü Kilise ve Direkli Kilise de yer alıyor.Bir de yürüyüş güzergahı olan Mustafapaşa kasabası yolu üzerindeki Pancarlık Vadisi, farklı güzellikler sunuyor ziyaret için gelen konuklarına. Vadide ayrıca, Kepez, Pancarlık ve Sarıca kiliseleri bulunuyor.Ürgüp Ortahisar kasabasıyla Mustafapaşa kasabası arasında yer alan Üzengi Vadisi'nde mağaralardan oluşan evler, aynı zamanda güvercinlikleri ile de dikkat çekiyor. Üzengi Deresinin de bulunduğu vadide, yürüyüş parkuru ve gezme alanları da var.Dedik ya, Kapadokya'da çokça vadi var diye… Son olarak Zemi Deresi Vadisi'nden de söz etmeden geçmeyelim. Bölgenin uzun vadilerinden biri olan, bolca yeşilliğe sahip Zemi Deresi, beş bin 600 metre uzunluğunda. Yaşam koşullarının stresinden biraz olsun uzak kalmak istiyorsanız, bölgeyi ziyaret ettiğinizde Zemi Deresi Vadisi'ne biraz daha fazla zaman ayırmanızı isterim.Peribacalarıyla süslü bölge, yerli - yabancı turist akınına uğruyor. Peribacalarının en ünlüsü "Üç Güzeller"… Bu güzeller, "Anne, baba ve çocuk" olarak tasvir ediliyor.Bölgede bir de "Açık Hava Müzesi" var. Göreme Açık Hava Müzesi'nde; Kızlar ve Erkekler Manastırı, Aziz Basil Kilisesi, Elmalı Kilise, Aziz Barbara Kilisesi, Yılanlı Kilise, Pantokrator Kilisesi, Malta Haçlı Kilise, Azize Catherine Kilisesi, Karanlık Kilise, Çarıklı Kilise ve Tokalı Kilise bulunuyor. Kiliselerde, doğrudan doğruya kaya yüzeyi düzeltilerek üzerine yapılan boyama işleminin yanında bir de kaya üzerine yapılan secco (tempera) tekniği ile boyamalar var. Kilisede işlenen konuların başında Tevrat, İncil ve Hz. İsa geliyor. Göreme Açık Hava Müzesi, manastır eğitiminin başlatıldığı yer olarak da kabul ediliyor.Bölgede, M. S. dördüncü yüzyıldan 13. yüzyıla kadar yoğun bir biçimde manastır hayatı yaşanmış. Hemen her kaya kütlesinin içinde kiliseler, şapeller, yemekhaneler, oturma ve yaşam alanları mevcut. Göreme'nin iki kilometre doğusunda yer alan bölgenin tamamı kaya yaşam alanı.Devrent "Hayal Vadisi"ndeki doğal deve figürünü oluşturan peribacası var ki, bütün ziyaretçilerin uğrak yeri.Öğle yemeğini, yer altında oluşturulmuş "Uranos Sarıkaya Lokantası"nda yedikten sonra "Kaymaklı Yer altı Şehrin"e gidiyoruz. Yer altı şehri, Nevşehir’e yirmi kilometre mesafedeki Kaymaklı kasabasında. Sekiz katlı olan yer altı şehrinin ilk katı, erken döneme tarihlenmekte.Kaymaklı'nın tarihi M.Ö. üç bin yılına kadar gidiyor. Hititler Dönemi'nde yapılmış bu şehir sekiz katlı. Roma ve Bizans dönemlerinde diğer alanların da oyulmasıyla genişletilerek yeraltı şehrine dönüştürülen Kaymaklı, tüf kayalara oyulmuş. Bir topluluğun geçici olarak yaşayabilmesi için gerekli barınma şartlarına uygun olan alanda, dar koridorlarla birbirlerine bağlanan oda ve salonlar, şarap depoları, su mahzenleri, mutfak ve erzak depoları, havalandırma bacaları, su kuyuları, kilise ve dışarıdan gelebilecek herhangi bir tehlikeyi önlemek için kapıyı içten kapatan büyük sürgü taşları yer alıyor.Kapadokya'da bir de Üç Güzeller Efsanesi var. Gelin bu efsaneyi tur rehberimiz Abdulhamit Tilki'nin anlatımından öğrenelim:"Efsaneye göre, Kapadokya'da bir kral, bir de prenses yaşamaktadır. Kralın kızı prenses, bir çobana aşık olur. Daha sonra evlenmeye karar verip, evlenirler. Prenses ve çobanın evlenmesinde kralın onayı yoktur. Prenses ve çobanın bir de çocukları dünyaya gelir. Prenses, 'kral, torununu görürse belki yumuşar' düşüncesiyle babasını ziyaret eder fakat; acımasız kral, prenses, çoban ve çocuklarının peşine asker gönderir. Kral tarafından yakalanıp öldürülmeleri emredilir. Efsaneye göre, artık kaçmaları olanaksızdır. Prenses; kocası çoban ve çocukları için dua eder; 'Tanrım, bir mucizeni göster, bizi bu eziyetten kurtar' diye Tanrıya yakarır.Bu yakarışın Tanrı tarafından duyulduğuna inanılan Üç Güzeller Efsanesi'nde prenses, çoban ve çocukları birer taşa dönüşür. Efsaneye göre, en önde duran çoban, aradaki çocuk, en arkada duranın da prenses olduğuna inanılmaktadır.Bir başka efsanede ise; Üç Güzeller adı ile bilinen peribacaları, aslında beş kişilik bir aileyi temsil ediyor. Bunlardan Üç Güzeller'in hemen arkasında duran büyükanne, ön sağ tarafta duran ise baba. Babanın hemen önünde anne var ve hamile olan anne kucağında çocuğunu tutuyor. Çok eski dönemlerde bu peribacalarının aileyi ve bereketi sembolize ettiğine inanan ve çocuğu olmayan aileler, buraya gelerek peribacalarının yan tarafında bulunan yokuşu yedi kez inip çıkarmış. İnsanlar bu şekilde çocuklarının olacağına inanırmış."Günün programı tamamlandıktan sonra rehberimiz Abdulhamit Tilki'ye teşekkür edip vedalaştıktan sonra başkente gitmek üzere Kapadokya'dan ayrılıyoruz.
ANITKABİR VE ANADOLU MEDENİYETLER MÜZESİ



Ankara'ya vardığımıza konaklayacağımız Maltepe 2000 Otel'e eşyalarımızı bıraktıktan sonra hiç zaman kaybetmeden doğruca Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı'na gittik. Trabzonlu Bakan Adil Karaismailoğlu, kafilemizi makamında ağırladı. Bu bir nezaket ziyareti olduğu için, Sayın Bakanı sorularımızla çok fazla yormak istemedik. Öyle de olsa birkaç güncel konuya değinmeden edemedik. Özellikle Havalimanı ve Trabzonspor Tesisleri konusunda bilgiler aldık.Sayın Bakan, Havalimanı'nın şimdilik kalacağını söylüyor. On beş - yirmi yıl sonrası için deniz dolgusuyla yeni bir havalimanı yapılması konusunda bir proje üzerinde çalıştıklarını ayrıntılı bir biçimde anlattı. Şimdilik Trabzonspor Tesisleri için bir istimlak konusunun gündemde olmadığını da dile getirdi. 2023 yazında tamamlanmak üzere, mevcut Havalimanı'nın özellikle dış hatlar bölümünde yeni düzenlemeler yapılacağını, iç hatlarda ise kısmi olarak yenilikler olacağını söyledi. Böylelikle hava trafiğinin yoğun olduğu dönemlerde, Trabzon Havalimanı'nda yaşanan sorunların ortadan kalkacağını da dile getirdi Sayın Bakan.Kent içi raylı sistemle ilgili sorumuza, çok yararlı olacağını belirtip, "Bu iş, belediyenin işi, yapsınlar" diye yanıt verdi.Deniz dolgularıyla kent yaşayanlarının denizden koparıldığını dile getirdik!.. Bu nedenle bundan sonra yeniden deniz dolgusuyla yatırım yapılması konusunda daha hassas davranılması gerektiğini dile getirdik. Özellikle Akyazı'nın deniz dolgusuyla kapatılması sonucu balıkların yuvalanma alanı tamamen kaybolup gitti. Ayrıca güzelim sahil ve kumsaldan yararlanan kent halkı, denizden tamamen uzaklaştı.Çaylarımızı içip, bir süre sohbet ettikten sonra tekrar otelimize döndük. Gezimizin beşinci günündeydik ve herkes çok yorulmuştu…3 Kasım Perşembe günü sabah kahvaltısından sonra Atamıza koştuk… Aslanlı yoldan yürüyüp, Gazi'nin huzuruna çıktığımızda, kendisini bir kez daha saygı ve minnetle andık. Berrak bir hava, güneşli bir gün… Müzeyi gezdikten sonra ikinci durağımız Anadolu Medeniyetler Müzesi oldu.Ankara’nın ilk müzesinin öyküsü 1921'de başlıyor. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün merkezde bir Eti Müzesi kurulması fikriyle, ülkenin dört bir yanından Hitit eserleri toplanmaya başlanmış. Dönemin Kültür Müdürü Galip Bey, Ankara Kalesi’nin Akkale Burcu, Augustus Mabedi ile Roma Hamamı’nı müzeye dönüştürerek ilk adımı atmış.Akkale’nin sınırlı alanı yetmeyince, Ankara Kalesi yakınlarında atıl durumdaki Mahmutpaşa Bedesteni ve Kurşunlu Han’ın restorasyonuna başlanmış. 1938'de başlayan restorasyon, 1968’de tamamlanmış. Binaların onarımı bir yandan devam ederken, 1943'te onarımı biten bedestenin orta bölümü ziyaret açılmış1997’de “Avrupa’da Yılın Müzesi” seçilen ve kendine özgü koleksiyonları ile dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde eserler, kronolojik olarak ayrılmış bölümlerde sergileniyor. Üst salonda Paleolitik Çağ, Kalkolitik Çağ, Eski Tunç Çağı, Asur Ticaret Kolonileri Çağı, Eski Hitit ve Hitit İmparatorluk Çağı, Frig Krallığı, Geç Hitit Krallığı, Urartu Krallığı, ve alt salonda ise Çağlar Boyu Ankara ve Klasik Devirler bölümleri yer alıyor.Ankara Kalesi ve çevresinde bulunan dükkanları da gezdik. Kalenin üzerinden Başkent Ankara'yı seyrettik. Ankara'nın Altındağ ilçesinde bulunan Ankara Kalesi'nin ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, M.Ö. beşinci yüzyıl başında Galatların, Ankara'ya yerleşmeleri sırasında kalenin var olduğu biliniyor. Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlı döneminde birçok kez onarımdan geçmiş.Güneş batımından sonra tarih ve kültür gezimize futbol arası verdik… Trabzonspor'un UEFA Avrupa Ligi'nde Ferencvaros'la oynadığı maçı, hemşehrimiz Yakup Karadeniz'in nazik daveti üzerine, kendisine ait işyerinde akşam yemeği sonrasında izledik.
GEZİMİZİN SON GÜNÜ


Trabzon'dan ayrılışımızın altıncı günü… Ankara'da konakladığımız Maltepe 2000 Otel'de ayrılmadan önce personele konukseverliklerinden ötürü teşekkür ediyoruz; bizlere evimizdeymişiz gibi hissettirdikleri için. Özellikle Otel Müdürü Garip Uysal, iki gün boyunca kafilemizle yakından ilgilendi, ziyaret edeceğimiz yerler konusunda ayrıca rehberlik yapmayı da ihmal etmedi. Başta Otel Müdürü Garip Uysal olmak üzere, bütün otel çalışanlarına bir kez daha teşekkür ediyoruz.Bir yandan dönüş yolculuğuna hazırlanırken, son bir ziyaret daha gerçekleştiriyoruz. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun daveti üzerine, sabah kahvaltısı için bakanlığa gidiyoruz. İçişleri Bakanı, İzmir'de yaşanan deprem felaketi nedeniyle zorunlu olarak bölgeye gittiği için bizimle kahvaltıda olamadı.Bakanlığa giderken, en büyük beklentimiz GAMER'i görebilmek, çalışmaları yakından izleyebilmekti… Kahvaltıdan sonra Bakan Danışmanı Ali Faik Hacıoğlu'nun önderliğinde doğruca merkeze gidiyoruz. İlgililer, bizleri çalışmaların yapıldığı merkeze götürerek, her konuda bilgilendirme nezaketi gösterdi.GAMER; "Yurtiçinde kamu düzeni ve güvenliğini sağlamak üzere bireylerin temel hak ve hürriyetlerini, toplumun huzur ve güvenini temin etmeye yönelik faaliyetlerde bulunan doğa, insan ve teknoloji kaynaklı acil durumlarda ortaya çıkabilecek her türlü güvenlik riskinde,Bakanlık merkez birimleri, bağlı kuruluşlar ile valilikler, mahalli idareler, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları arasında koordinasyon ve işbirliğini sağlayan İçişleri Bakanlığı birimidir." Bize verilen kitapçıkta bu şekilde tanımlanıyor GAMER."İçişleri Bakanlığı ana hizmet binası yerleşkesinde yer alan merkezde, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'na ait birimler bulunuyor. Bakanlık merkez birimlerinin yanı sıra, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ile Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, GAMER Başkanlığı ile koordineli çalışıyor. Haber akışı söz konusu bu birimler aracılığı ile sağlanıyor, olaylar; içeriğine göre ilgili kurumlar ile üst yönetime bildiriliyor.GAMER'in kitapçıkta yer alan görevleri şunları:- Olay öncesi, sırası ve sonrası süreçleri bütünleşik bir yönetim anlayışı ile etkin bir şekilde planlamak, takip ve koordine etmek.- Gerekli analiz ve planlama çalışmalarını yapmak, çözümler üretmek, eğitimler düzenlemek.- Görev ve sorumluluk alanıyla ilgili bütünleşik görüntü, bilgi ve veri sistemleri oluşturmak.- Bakanlık merkez birimleri, bağlı kuruluşlar, valilikler, mahalli idareler, diğer bakanlıklar, kurum ve kuruluşlar, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları arasında koordinasyon ve işbirliği sağlamak.- Bakanlık Afet ve Acil Durum Yönetim Merkezi (AADYM) görevini yerine getirmek, Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) kapsamında Bakanlığın sorumluluğuna verilen çalışma gruplarına ilişkin iş ve işlemleri yürütmek, koordinasyonu sağlamak.- Sivil savunma ve seferberlik hizmetlerine ilişkin ilgili mevzuatla Bakanlığa verilen görevleri yerine getirmek.- Kritik altyapı, tesis ve yatırımların güvenliğini sağlayan kurum ve kuruluşlar arasındaki koordinasyonu sağlamak.- Güvenlik kaynaklı acil durumların yaşandığı ilin imkânlarının yeterli olmaması halinde merkezi idare, kurum ve kuruluşlar ile iller arası ihtiyaçların karşılanmasına yönelik yapılan çalışmaları koordine etmek.- Cumhurbaşkanlığı Devlet Bilgi Koordinasyon Merkezi ile Bakanlık arandaki bilgi akışı ve koordinasyonu sağlamak.- Bakan tarafından verilen diğer görevleri yapmak.İllerde de kurulan GAMER'in Ankara'daki merkezinde; Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı, AFAD, Göç İdaresi ile Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'ne ait uzmanların yer aldığı birimler oluşturulmuş.Gezimizi 4 Kasım Cuma günü tamamladık. Saat 11.40'ta Ankara'dan ayrıldık. Sungurlu ve Çorum'daki kısa molalardan sonra Samsun / Atakum'da akşam yemeğini yedik. Trabzon'a vardığımızda gece yarısına ramak kalmıştı…Altı günlük yolculuk ne de çabuk bitmişti. Bize kalan; sayfalarca not, yüzlerce fotoğraf ve hepsinden önemlisi Anadolu'nun bir köşesini de gezmiş olsak, farklı medeniyetlerin bıraktığı izlerin tanıklığı…Trabzon Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Ersen Küçük'ün şahsında bütün yönetim kurulu üyelerine teşekkür ediyoruz.Gezi Kafilemiz: Ersen Küçük, Selahattin Özcan, Ahmet Kamburoğlu, Salih Özkan, Bülent Deveci, Kamil Anahar, Turgay Beşyıldız, Miraç Özağcı, İsmail Fandaklı, Yasemin Paslı, İpek Cansel Şahin, Tuğba Yardımcı, Ayşe Karanis, Nilüfer Akgün, Ozan Köse, Selçuk Başar, Meryem Akgün, Sonay Çaluk, Halil İbrahim İleli, Sina Sevinç, Fatma Karahasanoğlu, Duygu Karahasanoğlu, Hüseyin Atmiş, Okan Uzun, Okan Çıtlak, Hüseyin Yurdakul, Enes Aydın, Serkan Kılınç, Rabia Mollaoğlu, Kübra Nur Kotaman, Esra Nur Pervan, Nagihan Demir. Ayrıca Ali Osman Ulusoy firmasının kaptan şoförlerinden Coşkun Gedikli, Orhan Tosun ile yardımcıları Selçuk Çimşit'e sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Gezi süresince bizleri hiç yalnız bırakmayan Tur Koordinatörümüz, Nyletur Seyahat Acentesi sahibi Nihat Yılmaz'a tekrar teşekkür ediyorum.
DİP NOT
İnsanlar, önce yaşadığı kenti her yönüyle okumalı, tanımalı… Daha sonra ülkesini, bütün sınırlarıyla bilmeli ve gezmeli. Trabzon Gazeteciler Cemiyeti yönetimi, bir süredir Anadolu'nun farlı bölge ve illerine geziler düzenledi. Son olarak Gümüşhane, Sivas, Kahramanmaraş, Hatay, Adana, Tarsus, Mersin, Silifke, Nevşehir, Kapadokya ve son olarak da başkentimiz Ankara'da son bulan bir gezi programı düzenledi. Emeği geçenlere tekrar çok teşekkür ediyorum.Gezip gördüğümüz kentlerle, yaşadığımız antik Trabzon'u kıyaslamadan yazımızı sonlandırmak istemedik. Trafik sorunu, özellikle tarihi kentlerde olmak üzere, bütün yurdumuzda var. Ama "keşke"lerimiz var!.. Örneğin; Hatay ilini geziyoruz. Kiliseler, tarihi mahalleler ve hepsinden önemlisi müzelerle tarihine yakışır bir kent…Bizim doğup büyüdüğümüz yıllarda antik kent Trabzon'un tarihi taş yapı evleri, meyve çiçeklerle süslü bahçeleri vardı. Bizden önce yıkılıp ortadan kaldırılan mescit, şapel ve kiliseleri varmış. Bu yüzden "keşke" diyoruz!..Tarsus'un eski mahallesini gezerken, bütün eski evlerin korunduğunu, tamamına yakınında tamirat ve yenileme çalışmaları yapıldığını görünce, hayıflanmamak ne mümkün!..Hatay, haklı olarak on üç kilometrelik kumsalla süslü sahiliyle övünüyor. Yetmiş yıl önce, Trabzon sahili ve kumsalı anımsayanınız var mı? Sahi, Kovata'dan Gamboz Çayırı'na, Ganita'dan Beşirli'ye, oradan Kalanima Deresi'ne uzanan mesafede doğal kumla süslü alanın kaç kilometre olduğunu bileniniz var mı?Keşke sahil yolu ve deniz dolguları yapılmadan, şehir içi geçiş yollarıyla tarihi kenti yok etmeden, Güney Çevre Yolu yapılabilmiş olsaydı… Keşke!..
Not: Son nokta gazetesi Yazı İşleri Müdürü Selahattin Özcan’a desteklerinden dolayı teşekkür ederiz.